30 Mayıs 2008

KIZILDERİLİLER NASIL YOKEDİLDİLER?


İşgalci İspanyolların ana kıtaya ayak basmalarıyla birlikte geçen 40 yıl içinde, kadın erkek ve çocuk olarak toplam 12 milyondan fazla yerli, Hıristiyanların iğrenç eylemleri ve zorbalıkları ile katledilerek bir soykırım işlemine tabi tutuldular. Amerika’nın işgali, haçlı seferlerinin adeta bir devamı niteliğinde idi. Sadece sınırlar değişmişti 781 yılında İspanya kilisesinin Araplara karşı başlattığı din ve ırk savaşı, bundan sonra And Dağları’nda Meksika`da ve Amerika`nın vahşi Batısı’nda devam edecekti. Yüzyılın en önemli katliamları arasında gösterilen Kızılderililerin yok oluş öyküsünün acı dolu hikayesi batı uygarlığının bir ayıbı olarak her zaman sicilinde kazılı olacaktır.

1972 yılında çevrilen The Godfather (Baba) filmindeki rolu nedeniyle en iyi oyuncu ödülünü Oscar yönetimi altın heykelciği Marlon Brando`ya vermeye kararlaştırır. Ödül töreni açıklandıktan sonra dünyanın sabırsızlık içerisinde beklediği heykellerin dağıtıldığı güne gelir. Herkes spot ışıklarının gösterdiği yerden Marlon Brando'nun gelip ödülünü almasını bekler. Derken hiç kimsenin aklına gelmeyen bir olay olur. Brandonun gelmesini bekleyen Holywood sakinleri karşılarında yüzyıllar öncesi dedelerinin katlederek yok ettikleri bir halkın temsilcisini görünce şaşırıp kalırlar. Marlon Brando Oscar ödülünü reddederek Kızılderililere tarih boyunca yapılan ve devam eden haksızlıkları protesto etmek üzere ödülü reddediğini açıklar. Ve kaleme aldığı bildiriyi okuması için Kızılderili kadın "Küçük Tüy"ü gönderir ödül törenine. Beyaz adamın ödülünü ilk reddeden kişi ünvanını kazanan Marlon Brando bu hareketiyle büyük tepki almasına rağmen yüzyıllar öncesine ait bir olayı tekrar gündeme getirererek Kızılderili ırkına yapılan vahşetin gerçek yüzünü göstermeye çalışır. Brando o kadar bu davaya sahiplenmiştir ki; FBI ve ABD istihbahrat örgütlerinin ülkeyi karış karış arayıp bulmak istedikleri Amerikan yerlileri Hareketi Lideri olan Dennis Banks`i karavanında ve kendisine ait olan adada aylarca gizler. Brando Kızılderililerin er ya da geç istediklerini elde edeceğine inanır. Brando: "kadınların veya çocukların haklarının genişletilmesine de öncülük etmekle veya tarihi topraklarını geri isteyen İsrail gibi bir devlete hazinesinin kapılarını açmaktan çekinmemiş olmakla övünen bir ülkenin hala kendi yerli halkı için hiçbir şey yapmamış olması kabul edilemez" diyerek Oscar ödülü aldığı fakat reddettiği "Baba" filmiyle Kızılderililerin babası olduğunu kanıtlar.

HiKAYENİN BAŞLANGICI

Amerika kıtası 12 Ekim 1492`ye kadar üzerinde güneşin batmadığı bir ülkeydi. Coşkun akarsularla kuşatılmış bu verimli topraklar üzerinde yeryüzünün büyük medeniyetlerini kurmuş doğayı katletmeden ondan faydalanmasını öğrenmiş silahı ve savaşı tanımayan ve öldürme nedir bilmeyen insanların yaşadığı ülkeydi Amerika. Araştırmacıların tahmini hesaplarına göre Christoper Columbus Hint adaları sandığı Antil adalarına ayak bastığı tarihte bütün Amerika kıtasının nufüsu 30 ile 50 milyon arasında değişiyordu. Kristof Kolomp seyahatleri boyunca tuttuğu günlüğünde ilk gördüğü yerlilerin silahsız olduklarını belirterek;. "Onlara bir kılıç gösterdim keskin tarafından tuttular ellerini yaraladılar" diyor. Yine Kolomp günlüğünde. "Bunlardan çok iyi hizmetkarlar olur. Sadece elli adamla bütün bu yerlilerin hepsine kolayca boyun eğdirebiliriz ve her istediğimiz yaptırabiliriz" der Amerika fatihi! Kristof Kolomp ve beraberinde götürdüğü katil, hırsız, çapulcu  ve dolandırıcılardan oluşan maceracıların, tanrının adını yaymak ve bilinmeyen toprakları İspanya krallığı adına kutsamak adına çıktıkları kıtada yaptıkları ilk eylem, kılıçlarını kınından Kızılderililere çekmek olmuştu. Kolomp'un yeni toprakları keşif için çıktığı yolculuk, daha çok haçlı seferlerini andırıyordu. Kolomb'un Amerika kıtasında tek bir hedefi bulunuyordu. Zenginliğe ulaşmak Avrupa'da bulunmayan madenlere bir an önce sahip olma isteği ve hırsı.

YERLİLERİN KANIYLA YIKANAN ALTINLAR

İlk önceleri yerliler İspanyolları çok iyi insanlar oldukları zannetmişlerdi. Fakat günler geçtikçe bu insanların nasıl bir vahşetin temsilcisi olduklarını anlamakta zorluk çekmediler. Yerliler karılarını, çocuklarını, mallarını dağlara kaçırarak saklama yolunu tuttular. Hristiyanlar halkı tokatla, yumrukla, sopayla dövüyorlardı. Olaylar ele geçirdikleri bir köy beyinin karısının ırzına geçilmesiyle çığrından çıktı. Bu olayların ardından yerlilerde ok ve yaylar ile silahlanmaya başlarlar. Yerliler için artık dayanılmaz bir hayat başlar. Katliam ve kan dökme bütün Orta Amerika kıyılarını sarar... Hristiyanlar köylere giriyor, çoluk çocuk, yaşlı hamile veya loğusa kadın demeden "ağıllara sığınmış kuzulara saldıran kurtlar gibi" kurbanlarının karınlarını deşiyorlar, parçalara ayırıyorlardı. Hatta aralarında kimin tek bıçak darbesiyle bir insanı ortadan ikiye ayıracağı veya tek mızrak atışıyla başını keseceği ya da bağırsaklarını ortaya dökeceği üzerine bahsine giriyorlardı. Anne sütü emen bebekleri tek tek toplayarak ayaklarından tutup başlarını taşlara çarpıyorlar, bazılarını ise yüksekten ırmaklara atarak vahşet`te sınır tanımıyorlardı. Tuttukları yerlileri ağaçlara bağlayarak topluca ateşe veriyorlar katliamların diğer köylere ulaşmasını sağlamak için de sağ kalanların ellerini keserek vahşetten diğer köylerin haberdar olmalarını istiyorlardı. Yakaladıkları köy beylerini ise önce direkler üzerine tahta çubuklardan bir ızgara yapıyorlar sonra ızgaraya bağladıkları beylerin altındaki ateşi körükleyerek diri diri yakıyorlardı.

İspanya`dan gelen bu işsiz güçsüz çapulcu takımı özellikle İspanya'da kötü insanlar arasından seçilerek buralara getirilmiş gibiydiler. Gün geçtikçe katledilen yerliler kıtanın ormanlık bölümlerine kaçarak gizlenme yolunu tuttularsa da İspanyollar bunları bulmaları için köpek ve tazılar yetiştirdiler. Günlerce aç bıraktıkları yırtıcı hayvanları yerlileri parçalatmak için kullanmaya başladılar. Bu hayvanlar bir yerliyi görür görmez, kaşla göz arasında paramparça ediyorlardı. Artık İspanyollar arasında yerlileri vahşi köpeklerine parçalatmak bir spor haline gelmişti. O günleri gözleriyle görüp yazan Bartolome de Las Casas bakin ne diyor bu konu hakkında. İspanyollar bu köpekleri beslemek için domuz sürüleri gibi yürüyen zincirlere vurulmuş birçok yerliyi öldürür ve insan eti satılan halka açık kasap dükkanları işletirlerdi. Birbirlerine "şu rezil herifin dörtte birini ver de bir diğerini öldürüne kadar köpeklerimin karnını doyurayım" derlerdi. Sanki bir domuz ya da koyunun dörtte biri konusunda pazarlık yapıyorlardı.

Bazıları köpekleriyle birlikte ava giderlerdi. Geri döndüklerinde onlara avın nasıl geçtiği sorulurdu. O zaman şöyle cevap verirlerdi. "Çok iyi köpeklerimle birlikte 15-20 tane rezil yerli öldürdüm" Savaşlar bitip bütün yerli erkekler ölünce genelde olduğu gibi geride sadece genç delikanlılar, kadınlar ve küçük kızlar kaldılar. Hristiyanlar onları aralarında paylaştılar. Yerli erkek köleler Amerika kıtasının en önemli madeni olan altın ocaklarında çalıştırıldılar. Kadınlar ise toprağı sürmeleri için tarlalara çiftliklere yerleştirdiler. Lohusa kadınların göğüslerindeki sütler bakımsızlıktan kurudu sütü kuruyan annelerin çocukları da kısa sürede açlıktan öldüler. Eşleri birbirinden ayıran İspanyollar yüzünden Kızılderili nufüsu azaldı. Yorgunluk ve açlıktan kadınlar ve erkekler teker teker ölmeye başladılar. Dağlara kaçan yerliler korkudan ne yapacaklarını bilemez bir duruma düşmüşlerdi. Ümitsizliğe düşen bir çok yerli çoluk çoçuğu ile birlikte ağaçlara kendini asmaya başladılar. İspanyol vahşetinden kaçmak için intihar etmeye başladılar.




KIZILDERİLİLER HAKKINDA

"Ne bir mezhebe bağlılar ne de puta tapıyorlar. Kötülüğü tanımıyor, birbirlerini öldürmüyorlar. Hiç silahları yok... Son derece sade, dürüst eli açık insanlar. Herhangi birinden sahip olduğu bir şey istenince hemen veriyorlar." 
Kolomb'un günlüğünden

Herşey 1492'de Kristof Kolomb'un Amerika'yı keşfiyle başladı. Tanrı adına diye çıkılan yol, ne acı ki bir ulusun yok edilmesine kadar gidiyordu. Evet Kızılderililer, Kolomb'un günlüğünde söylediklerinin tersine kovboy filmlerinde, insan öldüren, kafa derisi yüzen çocukluğumuzun "vahşi" Kızılderiler'i.

Tarih bir kurmacadır belkide bu kurmacanın en somut örneği de Kızılderilerin başına gelenlerdir. Bu kadar kadersiz bir ulusa dünya tarihinde pek rastlanmasa gerek.

Hem toprakları ellerinden zorla alınsın, hem yaşama biçimleri ve inançları zorla değiştirilsin ve bütün bunlara başkaldırmaya çalıştığında da "vahşi" denilerek yokedilsin.

Güneşe, aya övgüler düzen, toprağı, ağacı, kuşu dinleyen, dünyayı onlarla birlikte algılayan Kızılderililer mi vahşiydi yoksa bir avuç toprak uğruna bir ulusu dahi yoketmeyi göze alan Beyaz Adam mı?

Onlar doğanın vahşi olduğunu ilk kez beyaz adamdan duydular ve ondan sonra onlar da "vahşi"liğin içinde kaldılar. Önce yüzlerine dostça gülen, ardından bir takım belgeler imzalatıp toprakların bir bölümüne yerleşen ve daha sonra onları topraklarından kovalayan beyaz adamlardan birşey anlamadılar. "Verdikleri sözün sadece birini tuttu çatal dilli soluk yüzlüler; topraklarınızı alacağız dediler ve aldılar".

Dağların, dağlardaki vadilerin insanlarıydı onlar ama çöllere hapsedildiler. Topraklarını bırakıp beyaz adamın belirlediği çorak topraklarda yaşamaya zorlandılar. Ve beyaz adamın acımasızlığına, vahşiliğine daha fazla karşı koyamadılar ve boyun eğdiler.

Ve son Kızılderili lideri Gerenimo da teslim olduğunda yüzlerce Kızılderili ulusu, yüzlerce dil, yüzlerce kültür yeryüzünden silinmiş binlerce yıllık birikim, bilgelik yok edilmişti.

Şimdi onlardan geriye kalanlar kendilerine ayrılan çorak topraklarda kendi kültürlerini koruyarak yaşamaya çalışıyorlar ancak beyaz adamın hala gözü doymuş değil. Zorbalığını ve vahşiliğini asimilasyon politikasıyla devam ettiriyor. Çağdaşlaştırma kisvesi altında bir ulusun kültürü tamamiyle yok edilmeye çalışılıyor. Tıpkı globalleşme, küreselleşme adı altında dünyanın diğer ülkelerine yapılmaya çalışıldığı gibi.

Ne tezattır ki beyaz adam ürettiği ürünlere yokettiği insanların isimlerini vermekten de geri kalmıyor. Tıpkı arabasına Cherokee, ayakkabısına Nike, Helikopterine Apache ismini verdiği gibi. İnsanın Kızılderililer'e saygılarını ya da özürlerini ifade etmek için böyle birşey yaptıklarını düşünesi geliyor ama.

"Aslanlar kendi tarihçilerine kavuşuncaya kadar kitaplar avcıyı övecektir."
Kolomb'un günlüğünden...

"Onlara kılıçlarımızı gösterdik. Keskin demir silahları ilk kez gördükleri belli. Kesmenin ne demek olduğunu bilmediklerinden, bazıları kılıçların keskin tarafını tutunca ellerini kestiler. ... Bu insanlar ne herhangi bir mezhebe bağlılar ne de puta tapıyorlar. Kötülüğü tanımıyorlar, birbirlerini öldürmüyorlar. Hiç silahları yok... Son derece sade, dürüst eli açık insanlar. Herhangi birinden sahip olduğu herhangi bir şey istenince hemen veriyorlar. Kötülüğün ne olduğunu hiç bilmiyorlar, çalmıyorlar öldürmüyorlar. Dünyada onlar kadar tatlı dilli insanlar yoktur. Her zaman gülüyorlar..."

KIZILDERİLİLERDE YAŞAM
Kızılderili'ler hakkında öğrenilecek ilk şeylerden biri, pek çok türleri olduğudur. Bir Kızılderiliyi ilk olarak tepee'si içinde yaşayan, makosenlerinden alın bantlarına kadar boncuklarla parıldayan, tüylerden yapılmış güzel başlığını takan, örgülü uzun siyah saçlarıyla tomohawk'ı, davulu, tam-tam'ı, bıçağı ve hepsinden önemlisi, gösterişli bir şekilde süslenmiş, kol kadar uzun gövdesi olan kırmızı taştan piposuyla düşünürüz.

1541'de atlı İspanyollar Büyük Ovalar'a vardıklarında Kızılderililer'in kullandığı yegane yük hayvanı köpeklerdi. Kaçan İspanyol atlarının Kızılderililer tarafından kullanılmasıyla birlikte eşsiz bir kültür doğmaya başladı. Göçebeliği yaşam biçimi haline getiren, özellikle Büyük Ovalar'da ve batısında yaşayan Sioux, Cheyenne, Arapaho, Apache ve diğer kabileler için at gerek yaşam biçimini destekleyen hatta oluşumuna katkıda bulunan son derece önemli bir araç, gerekse statü ve zenginlik göstergesiydi.

İşaret dili Büyük Ovalar'daki Kızılderili kabilelerinin ortak anlaşma biçimlerinden biridir. Klavvolar'ın işaret diliyle mükemmel konuştukları biliniyor. İşaret dili kuzeyde Crowlar'ın yardımıyla Kanada topraklarına kadar uzanmıştı. Benzer bir iletişim örneği olarak duman işaretleri gösterilebilir. Cherokee halkından Sequoya'nın 1809'da geliştirdiği alfabe bilinen tek Kızılderili alfabesidir ve yazılı geleneği olmayan bir dil için dünya tarihinde eşi görülmeyen bir örnektir.

Avrupalılar'ın gelmesinden önce kuzey Amerika'da konuşulan Kızılderili dilleri 300'den fazlaydı. Bu dillerin en az yarısı belgelenmeden ortadan kalktı ve geri kalanlarda yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. şu anda en çok konuşulan diller arasında Navajo (100.000), Creec (70.000), Ojibwa (50.000) ve Sioux (20.000) bulunuyor. Özellikle ticareti kolaylaştırmak amaçlı ortak jargonlar gelişmişse de Kızılderili dilleri bir genelleme yapılamayacak kadar farklı yapılara sahiptir. Sanılanın aksine aynı bölgedeki Kızılderililer bile aralarında anlaşamazdı. Buna karşılık Kuzey Amerika'da birçok yer hala Kızılderili adı taşıyor. Minnesota, oklahoma, Chicago gibi

Coğrafi bölgelere ve yaşama biçimlerine göre Kızılderililer'in barınma biçimleri farklılıklar gösterir. Eskimolar buzdan iglolarda yaşarken, güneybatıda kerpiç evlerle yerleşik bir düzen, Havasapai gibi kimi izole yerlerde ise son derece zengin bir kanyon yerleşmesi kültürü bulunuyor.

Doğudaki ormanlık alnlarda ahşap çatılı yapılar ön plana çıkıyor. Özellikle Büyük Ovalar'daki avcı göçebe halkların vazgeçilmez barınağı ise çadırdır (tipi). Bir tipi son derece iyi organize edilmiş bir mekana ve strüktüre sahiptir, kısa sürede oluşturulabilir ve kullanılan malzemeler çok işlevlidir. Örneğin çadır kazıkları yolculuk sırasında yük veya yolcu taşıma amaçlı kullanılabilir.

Kızılderili kadını kendi toplumunun büyük yaşam çemberinin tam ortasında yer alır. askeri ve yönetsel işlerden dışlanmaz. Aileyi çekip çevirme görevini onu birilerin bağlısı değil tersine bir bütünün parçası yapar. Birçok kabilede mallar kadına ait sayılır, mal ve ünvanlar kadın tarafından ilerler. Kadınlar Cherokee ve Iraquois halklarında aktif olarak yönetim görevi alır. Kızılderili kadını topluluk içinde üstlendiği görev ne olursa olsun bu görevi yerine getirme başarısına paralel olarak onurlandırılır ve mutlak saygı görür.

Kızılderililer'in geleneksel silahları arasında ilk sırayı ok ve yay alır. Deneyimli bir atıcı dakikada altı tane olmak üzere arka arkaya oldukça isabetli 20 ok atabilirdi. Bu silah Amerikan ordusunun kullandığı Springfield tüfeklerinden daha hızlı olmakla birlikte genel olarak etkisi daha düşüktü. Özellikle at üzerinde yapılan dövüşlerde tercih edilen mızraklar aynı zamanda törensel havası olan silahlardır. Yakın dövüş silahları arasında ise savaş baltası tomahawk ve çeşitli biçimdeki bıçaklar öne çıkar

Kızılderili müziği hemen her zaman bir rütüelin tamamlayıcısı olarak vardır. Başlıca müzikal ifade ise şarkıdır. Enstrümanlar temel olarak ritm amaçlıdır ve en çok kullanılanları davul ile zırıltıdır (rattle). Kızılderililer'in kullandığı tek melodik enstrüman flüttür. Şamanın çaldığı davul dansın ritmini belirler. Dans da genellikle bir rütüelin parçası olarak ortaya çıkar. En tanınmış danslar Savaş, Dağ Ruhları (Apache) ve Ateş danslarıdır. Ova Kızılderililer'inin Güneş Dansı yaradılışın bir temsili olarak kabul edilir. 1890'lara doğru ortaya çıkan Hayalet Dansı ise beyazların ortadan kaybolmasını ve yaban sığırlarının geri dönmesini sağlayacağı inancıyla çok kısa sürede popüler olmuştur.

Kabilelerin coğrafi dağılımı geçim yöntemlerini doğa ve iklim koşullarına bağlı olarak etkiler. Büyük Ovalar'daki kabilelerin yaşamları temel olarak buffaloya bağlıydı ve sürülerin peşinde göçebe bir yaşam tarzını getirmişti. Beyaz Amerikalılar'ın Kızılderililer'e karşı zaferi ancak milyonlarca buffaloyu yok etmelerinden sonra gerçekleşti. Güney ve güneybatı halklarının özgün tarımsal yöntemleri ve meyve bahçeleri savaşlar sırasında ortadan kalktı. Atlas okyanusu ve Büyük Okyanus'un kıyı bölgelerindeki halkların geçim kaynakları orman ve su ürünleriydi. Ancak beyazların bu kaynakları sahiplenmesiyle pekçok Kızılderili ölecek duruma geldi, bir kısmı da gerçekten öldü.

Eskimo dışındaki Kuzey Amerika kabilelerinin ortak inancına göre bir yaratıcı dünyayı yaratmış efsanevi bir lider ise kabileye kültürünü öğretmiştir. Ayrıca doğal olayları kontrol eden ruhlar vardır. bu ruhlarla yaratıcının ortak varlığı tek bir ruhsal güç olan Büyük Ruh Manitu'yu oluşturur. Birçok kabilede ölümden sonra yaşama ve reenkarnasyona inanılır. kızılderililer'e göre evren merkezinde dünya olan çok katmanlı bir yapıdadır. şamanların ruhlarla ilişki kurabildiğine inanılır. kızılderili inancının temelinde yatan tüm yaratıkların kardeş olduğu fikri, doğa ile kurdukları olağanüstü ilişkiyi açıklayabilir.

OTURAN BOĞA
Oturan Boğa (Tatanka Yotanka , Tatanka Latince'de bizon anlamına gelmekte.) ünlü Kızılderili lideri. Gençliğinden itibaren beyazların yerli halklar üzerindeki baskısını izleyen Oturan Boğa savaşçı ve lider olarak büyük ün yapmıştı. Beyazlarla anlaşma yapmaya sonuna kadar karşı çıktı. 1876'daki Little Bighorn Savaşı'nın önderlerinden biriydi.

Savaştan sonra halkıyla birlikte Kanada'ya göç etti. Ancak buradaki koşulların zorluğu ve ABD hükümetinin baskısı sonucunda dönüp rezervasyona yerleşmek zorunda kaldı. Oturan Boğa, rezervasyon yaşamı sırasında da halkı arasında büyük bir otoriteye ve saygınlığa sahipti.

Bir dönem Buffalo Bill'in Vahşi Batı gösterisine katılarak, ABD'yi dolaştı ve Kızılderililere yapılan haksızlıklara dikkat çekmeye çalıştı. Kızılderililer arasındaki otoritesi kırılamadığı için, 1890 yılında Hayalet Dansı bahanesiyle rezervasyon polislerince öldürüldü.

APAÇİLER
Apaçi adı bir Zuni kelimesi olan apachu'dan gelmektedir ve anlamı "düşman" dır. Kendi aralarındaki adları N'de ya da Dineh'tir, insanlar anlamına gelir. 1500!li yılların başlarında Athapascan halkından bir grup, anavatanları olan batı Kanada'yı terkederek şimdi Arizona, New Mexico ve dört köşe bölgesi olarak bilinen yerlere indiler. Buralarda Lipan, Jicarilla (İspanyolca'da derin içecek kaplarına istinaden söylenmiş bir kelimedir ve anlamı "küçük sepet"tir), Chiricahua, Tonto, Mescalero ve Beyaz Dağ Apaçileri olarak küçük kabile ve gruplara ayrıldılar.

Apaçiler göçebe insanlardı ve konik biçimde yapılmış, dört ayakla tepeye desteklenen çadırlarda (wicki-up) yaşarlardı. Avlanır ve yabani bitkiler toplarlardı; çok sonraları mısır ve kabak da ekmeye başladılar. Genellikle geyik derisi elbiseler giyerler, saçlarını uzatır ve açık bırakırlar, başlarına bir bant takarlardı. Erkekler de uzun, uçuşan edep yerlerini örten kalça etrafıyla bacak arsına sarılan örtü giyerlerdi. Yumuşak, hassas deri çarıkları kayalık, dikenli ve engebeli arazilerde çok önemliydi, çünkü binicilikten önce inanılmaz uzun mesafelerde iyi koşuculardı (buna rağmen atı ehlileştirmeyi kısa sürede öğrenmiş ve mükemmel biner hale gelmişlerdi). Temel silahları yaydı ve ateşli silahları aldıktan sonra bile uzun süre bunu kullandılar.

Apaçi kadınları özellikle gösterişili sepetler örerlerdi, bazıları lifleri arasından bir iğnenin bile geçemeyeceği kadar sıkı dokunurdu. Bebeklerini sırtlarında taşırlardı. Kadınlar aile yaşamında önemli rol oynarlardı; tüm ihtiyaçlarını kendileri karşılayabilir, gerektiğinde büyücü hekimlik yapabilirlerdi.

Lipan Apaçileri, önceleri beyazlarla barış içindeydiler. 16. yüzyılda onlarla savaşmaya başladılar. Haşin göçebe istilacılar olarak Lipanlar batı Teksas ve Rio Grande'nin doğusunda kalan New Mexico'nun büyük bölümünü ele geçirmiş ve özellikle Meksika'da madenci veya göçmen haline gelmişlerdir. Cochise, Mangus Colorado ve Goyathlay, Esneyen Adam (gerenimo olarak tanınır) gibi ünlü şefleri vardı. Apaçilerin beyazlara yaptıkları saldırılar planlı değildi, bu kabilelerin çoğu beyaz Amerikalı ve Meksikalı'ların hilelerine, anlaşmaları bozmalarına ve katliamlarına kurban gitmişlerdir. 1880'lere kadar yine de boyun eğmemişlerdir.

Şimdilerde sayıları ancak 1500-2000 civarında olan Jicarillalar, New Mexico'nun kuzeyindeki yüksek dağlarda yaşamaktadırlar. White Mountain (Beyaz Dağ) Apaçileri Arizona'da ve New Mexico'da yaşarlar. 1905'de sadece 25 Lipan Apaçisi kurtulabilmişti ve bunlar Mescalero Apaçi Rezervasyonu'na yerleştirildiler.
KARAAYAKLAR
Karaayak (Blackfoot)
Karaayaklar Algonquian kabilelerine bağlı üç gruptur; Siksikalar ya da Karaayaklar, Bloodlar ve Pieganlar. Siksikalar karaayaklı insanlar anlamına gelmektedir ve bir zamanlar siyah deri çarıklar giymiş olabilirler. Bloodlar ise muhtemelen isimlerini yüzlerine sürdükleri vermilyon(kırmızının bir tonu) rengi boyalardan almışlardır. Piegan'ın anlamı ise az ya da kötü giysi giymiş insanlardır.

Bu kabileler Kanada'dan yola çıkıp Kootenay ve Shoshoni'yi geçerek Montana'ya inmişlerdir. Kunduz aramak için av sahalarına giren tüm beyazları öldürdüklerinden, beyazlar ve kürk avcıları onlardan çok korkarlardı. Bizon sahasının kuzey sınrında yaşamalarına rağmen, Karaayaklar da diğer ova Kızılderilileri gibi çadırlarda yaşamış ve bizon avlamışlardır.

Pieagan'ların en temel törenleri güneş dansı ve savaşçı toplulukları tarafından düzenlenen Tüm Dostlar festivaliydi.
CHEYENNELER
Cheyenne adının anlamı Fransızca chien, "köpek" kelimesinden gelmektedir. Bunun nedeni ise köpek yeme ayinleridir. Cheyenne'ler kendilerini Tis-Tsis-Tas (insanlar) adıyla çağırırlar. İki ya da üç asır kadar önce Büyük Göller Bölgesi'nden büyük çayırlıklara gelen bir Algonquian kabilesidir. Çadırlarda yaşayan bizon avcıları, usta biniciler ve cesur savaşçılardı. Batıdaki Sioux kabileleriyle çok yakındılar ve Küçük Boynuz'da Custer'a karşı birlikte savaştılar.

Son savaşlardan sonra Kör Bıçak ve Küçük Kurt komutasındaki bir grup, eski av toprakları olan Montana'daki Topal GeyikRezervasyonu'na doğru efsanevi bir yürüyüş yaptı. Diğer bir grup olan güneyli Cheyenne'ler ise Oklahomada kaldılar.

CHEROKEELER
Cherokee adı büyük olasılıkla bir Choktaw kelimesi olan ve Mağara İnsanları anlamına gelen chiluk-ki'den gelmektedir. Cherokee'ler 1876'daki Kızılderili Bürosu'nun raporlarına göre "en uygar" beş kabileden biridir. Bu kabileler Birleşik Devletler'i örnek alan anayasal hükümetlere ve komün fonlarına sahiptirler. Ayrıca beyaz komşularının yöntemlerine benzer biçimde çiftçilik yapmaktadırlar.

En zengin ve bereketli topraklar Cherokee'lerindi. Andrew Jackson ve Van Buren'in Kızılderililer'i temizleme politikası doğrultusunda General Winfield Scott tarafından yönetilen birlikler, beyazların bu topraklara yerleşebilmeleri için Kızılderililer'i sürdüler. Missisipi'nin batısındaki sözde Kızılderili Bölgesi'ne sürülmeleri sırasında üçte biri telef olan Kızılderililer, bunu Gözyaşı Sürgünü olarak anarlar.

Hayatta kalmayı başaran az sayıda Cherokee'nin büyük çoğunluğu bugün Oklahoma'da yaşamaktadırlar. Kuzey Carolina'daki Cherokee Rezervasyonu'nda yaşayan Cherokee'lerin sayısı 7000'e yükselmiştir.
NAVOJOLAR
Navajolar, 1300'lü yıllarda kuzeybatı Kanada'dan güneybatıya inen bir Athapascan kabilesidir. Kendilerine Dineh, yani İnsan derler. Haşin, deri yüzücü, göçmen istilacılar olarak, güneybatıdaki çiftçi kabilelerin korkulu rüyasıydılar. Pueblo'lar onlara "düşman yabancılar" anlamına gelen apachu derlerdi. Bundan Tewa ve İspanyolca karışım olan "Apaches de Nabahu" adı türemiş ve zaman içinde Navajo halini almıştır.

Navajolar Pueblo komşularından gördükleri maskeli dans, sepetçilik ve seramikçilik gibi birçok kültürel uygulamayı benimsemişlerdir. Pueblolar'dan dokumayı, İspanyollar'dan da gümüş işini öğrenmişlerdir. Ondokuzuncu yüzyılın ortalarında mücevhercilik ve dokumacılığa başlamışlardır. Basit şef battaniyeleri bugün ünlü Navajo dokumalarına dönüşmüştür.

130.000'lik nüfusuyla Navajolar Birleşmiş Milletler'deki en kalabalık kabiledir. Rezervasyonları Gallup'dan Büyük Kanyon'a kadar New Mexico ve Arizona üzerinde 200 millik bir alana yayılır. Bu alan içinde Heykel Vadisi, Canyon de Chelly gibi doğa harikaları, kömür ve petrol kaynakları bulunmaktadır. Navajolar oldukça zengin bir kabiledir; tarım ve hayvancılıkta ilerlemişlerdir.

Kadınları hala geleneksel kıyafetlerini giyerler; kadife bluzlar, bilek seviyesine inen etekler ve gümüş ya da turkuvaz gerdanlıklar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlama biçimi kutucuğundan Adı/Url 'yi seçerek, isminizi ve dilerseniz mail veya site adresinizi yazıp yorumunuzu gönderin. Yorumunuz Editör onayından geçerse yayınlanacaktır. Küfür, Hakaret, İftira ve SİYASİ içerikli yorumlar ve Adı Soyadı belirtilmeyen yorumlar yayınlanmıyacaktır. Surgucum