Çok çaba harcadık çoook! Siyasetçilerimiz, idarecilerimiz, gazetecilerimiz, üniversite öğrencilerimiz, iş adamlarımız, memurlarımız, işçilerimiz, esnafımız ve Mardinsporumuzla bir bütün olarak, çok çalıştık çooook! Toplumumuzun her kesimiyle beraber, ellerimizi o ağır taşın altında birleştirip; Dillerimiz dedik! Dinlerimiz dedik! Ezanımız dedik! Çan sesimiz dedik! Hoşgörüler diyarımız dedik! Bu güzelliklerin nakış nakış işlendiği taşımız dedik! Benzeri olmayan lezzetlerle aşımız dedik! Mardinimiz dedik! Dedik, dedik! Ve bu dediklerimizde, ben egosunu bir yana bırakarak biz olmayı başardık… Tek bir yürekten çıkan ses olup dünyaya haykırdığımız Mardinimize, dikkatleri çekebildik vesselam! Madalyonun ilk yüzü olan bu konuda yapılması gerekenleri yaptık belki ama, madalyonun bir diğer yüzünü ise unuttuğumuzu düşünüyorum. Mardinimizi her yönüyle dünyaya tanıtmak, elbetteki hepimizin şiddetle arzuladığı bir durumdur. Ancak gözlerden kaçan bir şey var ki, Mardinimizi tanıttığımız kadar da yalnızlığa terk ediyoruz gibime geliyor. İşte bu gibime gelen yalnızlığa terk etme harekatı, maalesef ki halen de devam ediyor!.. Bir medeniyet yumağı olan şehrimizin tarihi taş yapıları, emin olun ki içinde yaşayan insanıyla beraber geleceğe uzanabilir. Nakış nakış işlenen taşlarla inşa edilen Mardinimizin geleceğe taşınması işi ise, taşın dilini anlayan ve taşın ruhunu hissedenlerin oluşturacağı köprüyle olur. Mardinlilerin oluşturabileceği bu köprünün bu günün de, maalesef ki bir sallantının olduğunu düşünüyorum.Yüreğimle hissettiğim bu sallantı, Mardin’in 20 ila 25 yıl kadar öncesi ile bu günü düşünülürse daha iyi anlaşılabilir. İşte bu bağlamda çocukluk yıllarımın Mardin’ini anlatmak istiyorum biraz. Beni tanıyanlar, Kızıltepe’de doğup büyüdüğümü ve halen de burada yaşadığımı bilir. Akraba ziyaretleri sebebiyle sıkça ve ailece uğrak yerimiz olması bir yana dursun, ikinci ikametgahımız olan Mardin’in o günlerinden hafızama nakşolanlar, eminim ki her Mardinlinin özlemidir bugün! Gecesiyle gündüzüyle dört mevsim şen olan bir şehir vardı o günlerde. Çarşı esnafının gün doğumuyla başlayan hareketi, birbirine karışan ezan ve çan sesleriyle ayyuka çıkarken daracık sokaklar çocuk cıvıltılarıyla dolup taşardı. Kırklar Kilisesi’nin çanından Zinciriye’ye yansıyan bu orkestraya taa aşağılardan kulak kabartırdı, Kasımiye… Dillerin, dinlerin, taşın ve insanın muazzam bir ahenkle uyum içinde olduğunu, biz çocuklar bile iliklerimize kadar hissederdik. Ya geceler! Meydanda yoğunlaşan insan kalabalığına, açık dükkanların ışıkları eşlik ederdi. Akşam alışverişleri gündüzü aratmazken, hamamlar ve kahvehaneler dolup taşardı. Abbaralarla birbirlerine bağlanan sokaklarda ise, çocukların gece oyunları devam ederdi. Gün doğumuyla başlayan bu şenlik, geç saatlerde evlerine dönen insanların öksürük sesleriyle noktalanırken, tarihin ve tarihi yazmış olan medeniyetlerin tanığı olan sokaklar, yeni gün doğumunun bekleyişine girerdi. İşte öyle bir Mardin vardı çocukluğumda! 20 yıl kadar öncesinden başlayan yapılanmayla oluşturulan Yenişehir semtimizin bu günü, tam anlamıyla bir şehre dönüşmüştür. 20 yıllık bir süre içerisinde inşa edilen bu şehrin güzelliği ve gerekliliğine, elbetteki diyecek bir şeyim yok. Ancak, aşağılarda inşa edilen bu yeni şehrin oluşmaya başladığı süreçle beraber, asıl Mardin’in yalnızlığa itildiğini tartışmaması gereken bir gerçek olarak görüyorum. Mardin’den yeni şehre vilayet binasıyla başlatılan kurumsal göç, hastane ile devam etti. Esnafın vazgeçilmez parçası olan bankalar da bu göçü takip etti. Ve bu kurumsal göçlerin ardından yaşanan diğer göçlerin yalnız bıraktığı bir Mardin kalakaldı gerilerde. Çarşı esnafından tutun da devlet dairelerinde görev yapan memura kadar bir çok insan taşındı ve halen de taşınmaya devam ediyor. İnsanların diledikleri veya zorunluluk olarak gördükleri yerlerde yaşamaları elbetteki kendi tercihleridir. Buna hiç kimsenin diyecek bir şeyi yok ve olamaz da. Benim üzüldüğüm konu ise, yeni bir şehir yaratıp bu şehirde yaşamaya başlarken güzelim Mardinimizin göz ardı edilmesi yada unutulmasıdır. Çocukluğumun Mardin’i maalesef ki bir özlem oldu. Gün doğumuyla başlayıp öksürük sesiyle sabahı bekleyen bir hayat yok artık! Ezanlar camileri doldurmazken çan seslerinde hüzün var bugün. Tarihi yapılarımızın taşlarındaki nakışların halayına eşlik eden orkestranın sesi, gün geçtikçe azalıyor. Geçmişteki gecelerin kalabalık meydanında ölüm sessizliği var bugün. Akşam saatlerinde çocukların oyunlarına, geç saatlerde ise evlerine dönen adamların öksürük seslerine sahne olan sokakların bu günkü geceleri, çevreye korku veriyor. Yenişehir’e taşınanların boşalttığı güzelim taş evlere yeni yerleşenlere dikkat edilmezken, Mardinimiz yabancılaşıyor bizlere. Saygıdeğer Mardinliler; benim özlemlerimi eminim ki sizler de hissediyorsunuzdur. Demek istediğim odur ki; bir taraftan Yenişehir’e taşınırken, diğer taraftan Mardinimizi yalnızlığa itmemek ve onu özlediğimiz günlerine kavuşturmak için bir şeyler yapmak gerek. Demem o ki; bu anlamda farklı fikirlerin gönül birliğine ihtiyaç duyacağımız kanısındayım Ve demem o ki; henüz geç değilken Mardin Harput olmasın!.. Haber: www.mardinlife.com |
21 Ağustos 2008
Mardin Harput Olmasın! - Kadir ÜRÜNDÜ
Etiketler:
mardin haber
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlama biçimi kutucuğundan Adı/Url 'yi seçerek, isminizi ve dilerseniz mail veya site adresinizi yazıp yorumunuzu gönderin. Yorumunuz Editör onayından geçerse yayınlanacaktır. Küfür, Hakaret, İftira ve SİYASİ içerikli yorumlar ve Adı Soyadı belirtilmeyen yorumlar yayınlanmıyacaktır. Surgucum