9 Aralık 2008

Acı Renkler

http://www.solhan.net/images/sections/azizgulmus.jpg
Sürüsünü kendinden önce buraya gelen öteki çobanların sürüsü ile birleştirerek, tepedeki ağacın altında oturup dürbünü ile civar köyleri gözleyen arkadaşının yanına doğru tırmanmaya başladı. Yaz güneşinin altında dili bir karış dışarıya çıkmış şekilde tepeye vardığında neredeyse düşüp bayılacaktı. Ağacın serin gölgesine uzanarak bir müddet hareketsiz yattı. Biraz dinlenip, su içtikten sonra kendine gelmişti. Arkadaşına dönüp gülerek :

--"Az daha yaşlı Êzdi bir kadına tecavüz edecektim" dedi.
--"Niye etmedin peki?"
--"Êzdi'lerle o işi yapınca ne kadar yıkanırsan yıkan cenabetliğin çıkmıyormuş ondan yapmadım."
--"Yok oğlum yalandır..! kim demiş ?
--"Dedem hep derdi"
--"Yalandır inanma…!"
--"Müslüman adam yalan söyler mi?"
-- …
--"Kadın nasıl bağırıyordu görseydin… çok yalvarınca bıraktım ama biraz da hırpaladım tabii..."
--"Ya seni tanırsa …
--"Tanısın ne yapabilir ki? Sonuçta Êzdi değil mi?"

Kadıncağız Êzidi köyü Davudi'dendi. Bu köyde yaşayan Êzdi'ler, etraftaki "Müslüman" köylerin baskılarından inim inim inliyorlardı. Kadınlarına, gençlerine, yaşlı ve çocuklarına karşı aşağılayıcı, onur kırıcı ve daha bir çok insanlık dışı davranışları bile kanıksamışlardı. Akrabalık çağrıştıran " dayı, amca, hala, teyze" yoktu. Erkeklerini "kirîvo "kadınlarını da "Kirîvê" (yani kirve) diye çağırırlardı. Onların pişirdiği yemekten "haram" diye yemezlerdi. Bir müslümana misafir olduklarında yemek ya da çay ikram edilen kaplar veya bardaklar bir daha kullanılmayıp "kirlendi" diye atılırdı. Dağda bayırda yakaladıkları Êzdi çocuklarını bile kaba bir dayaktan geçirir, ardından "Kelime-i şahadet getir" diye sıkıştırıp, "Cennettin kapılarını aralarlardı."

Yine bir gün dağda yakaladıkları onüç-ondört yaşındaki bir çocuğa aynı eziyetleri yaşatmışlardı. Çocuk, baskılara dayanamamış ve onların istediği "Kelime-i şahadet'i getirmiş, ardından da şeytan'a küfür ettirmişlerdi." Her tarafı kanlar içinde kalan çocuk iyice uzaklaştıktan sonra dönüp ağlayarak "Ez di rêya melek ê tavus'ım, ez misilman nabım" (Ben melek tavus'ın (şeytanın) yolundayım müslüman olmayacağım) dedikten sonra köyüne doğru hızlı adımlarla koşmaya başlamıştı.

Ölünce değerli eşyalarla gömüldükleri için mezarlıkları bile civar köylerce yağmalanır veya buralara tuvaletlerini yapıp giderlerdi. Êzdi'lere göre kutsal olan tüm değerlere saldırmayı "cennetin garantisi gibi görüp öbür tarafta ödüllendirileceklerine" inandırılmışlardı.

O yaz Davudi köyüne Almanya'dan Êzdi misafirler gelmişlerdi. Gelen misafirler daha önce bu köyden Almanya'ya göç edenlerdi. Göçten önce daha bir çocuk olan "Bebe" diye çağırdıkları kız çocuğu büyümüş ve çok güzel bir genç kız olmuştu. Bebe'yi gören civar köylüler genç kızın güzelliği karşısında büyülenmişlerdi. Uzun boylu, kalçalarına kadar uzun kızıl saçları, yüzündeki çil tanecikleri ile adeta bir sanat şaheseri gibi duruyordu. Bebe'nin güzelliği, kısa zamanda tüm çevrede duyulmuştu. Onu yakından görmek için çeşitli bahaneler ile köye gelenlerin sayısı artmış, görenin aklı gitmişti. Gençlerin yanı sıra zengin yaşlı erkeklerin de gözdesi olmuştu. Araya tanıdıklar konarak; kimi oğluna, kimi yeğenine, kimi de kendisine istemişti.

Bebe kendisini isteyenlerin aklın sınırını bile zorlayan vaatlerini elinin tersi ile itmiş ve hiçbirini kabul etmemişti. Öyle ki bazı yaşlı zenginler onu zorla kaçırmayı bile planlamış ama başaramamışlardı.

Êzdi'lerin, yemeklerini yemeyip "haramdır" diyenler, yemek yedikleri tabakları, çay içtikleri bardakları birdaha kullanmayıp atanlar, onlara zorla "kelime-i şahadet getirmeye" çalışanlar, küfür edip aşağılayanlar, şiddet uygulayanlar, "Amca, dayı, teyze, hala" demeyerek "Kirve" diyerek dışlayanlar, iş "uçkur" meselesine gelince birer birer beyaz bayrak çekmişlerdi.
***
Sonra birer birer, aile aile doğup büyüdükleri bu topraklardan göçmen kuşlar misali gerilerinde yığınla acı ve tatlı anılarını bırakarak uçtular. Savruldular yaban ellere.. Köylerinin yerinde şimdi uğursuz baykuşlar ötmekte.. Kimi, ölmeden önce "beni toprağıma gömün" vasiyetleri ile yavru ceylanlar gibi analarının koynu bu sıcak topraklara dönerken, çoğu da toprağından çıkarılıp başka bir toprağa dikilmiş fidan misali yabancı iklimlerde kurumuşlardı.

Yıllar sonra işsizlik ve ekonomik krizler nedeniyle yurtdışına giden civar köylüler, ellerine geçirdikleri "Êzdi dostlarının" adresleri ile, Êzdi’lerden kendilerine buralarda yardımcı olmalarını istemişlerdi. Êzdi'ler, bütün kötü davranışlarına rağmen onlara kucak açmışlardı. Yine bazıları yurtdışına kapak atmak amacıyla nüfus cüzdanlarının din hanesine "Êzdi" yazdırmak için mahkemelerde dava bile açmışlardı.

Kendi toprağının ikliminde üşüyüp, başka coğrafyalara savrulan bu insanları özlüyorum. Benden alınmış parçalarıma ulaşacak, kendim olacağım. İşte böyle yavaş yavaş tamamlanacak bedenim. Bir duygu, bir acı renkler ülkesi bu. İsimlerini bilmediğim her bir insan, her bir eşya bu toprakların bir parçası. Yüreğimi bir sıcaklık sarıyor… artık daha az yalnızım… ama kendini salacak kadar da rahat değil ruhum..

Dönüşünü seyretmeye hazırlanıyorum.. daha çok sindirebilmek için bu acı rengi.. size gitme diyebilecek bir kara sevda tadında ilişkimiz olsaydı keşke.. keşke, zamanımız kısa da olsa sevebilmeyi öğretebilseydik birbirimize…
Aziz GÜLMÜŞ
azizgulmus@gmail.com


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlama biçimi kutucuğundan Adı/Url 'yi seçerek, isminizi ve dilerseniz mail veya site adresinizi yazıp yorumunuzu gönderin. Yorumunuz Editör onayından geçerse yayınlanacaktır. Küfür, Hakaret, İftira ve SİYASİ içerikli yorumlar ve Adı Soyadı belirtilmeyen yorumlar yayınlanmıyacaktır. Surgucum