3 Ocak 2009

“Ölüm Haberi”ni Aldığımız; Kişi Değil, Aslında Zam(An)dır;


Çoğumuzun başına gelmiştir. Hiç beklemediğiniz bir anda bir şekilde uzak ya da yakın, akrabanız, tanıdığınız, dostunuz, arkadaşınız veya topluma mal olmuş ya da edilmiş birinin, birilerinin ölüm haberini aldığımızda türlü duygular içinde oluruz.

Ölen kişinin ölmeden önceki durumu ile ilgili olarak; türlü sorular sorarak mevtanın genelde iyi taraflarını hatırlayarak, acımızı hafifletmesine yardımcı olacak cevaplar ararız. Aldığımız hiçbir cevap acımızı tamamen yok etmeye yetmez. Bu sorduğumuz sorulara alacağımız cevaplar aslında ölünün halen aramızda olduğunu ve hep hatırlanacağını ifade etmek içindir, ama envai çeşit sorulacak sorulara alınacak cevaplardan hiçbirinin ölüyü kalıcı kılmayacağını bilmemiz gerekir. Ölen kişinin çocukları veya torunları veya torunların torunları da “kalıcı” olmasına katkıda bulunamaz.

Haberi aldığımızda uzak veya yakın oluşumuza göre kalanlara kuru veya sulu bir başsağlığı ve mevtaya rahmet dileyerek veya bizzat defnederek görevimizi yerine getirmiş zannederiz. Hatta bazen de bu görevi bile yerine getirmediğimizde türlü bahanelerle kendimizi avutmaya çalışırız.

Ölen kişinin en azından maddi olarak bütün bunlardan haberi olamadığını hepimiz bildiğimiz halde yine de üzülür, ağlarız. Maalesef çoğunlukla döktüğümüz bu gözyaşı, ölen kişinin yakınları ve cenaze evine gelenlere yapılan gösteri amaçlı olmaktan öteye geçmemektedir

Ölüm törenlerini bile aşiretsel, sülalesel, mevkisel veya siyasal ranta çevirmeye yakın durmak samimiyetsizliğin en büyük göstergelerinden biridir.

Sorarım size!... Kaç kişimiz yalnız başınayken cenaze evindeki şiddette üzülür veya ağlarız?

Cenaze evlerinde, uğruna üzüldüğümüz veya gözyaşı döktüğümüz kişinin; farkındalıklarımızın nitelik ve niceliği paralelinde belli bir tekâmül sınırlarını aşmışsak aslında kendimizin olduğunu, tekâmül olarak yolun başında isek en fazla daha önce kaybettiğimiz daha yakın yakınlarımız olduğunu anlar, tekâmül’e yabancı kalmayı seçmiş isek ölen kişi olduğunu biliriz.

Önemli olan, ölmüş olana öldükten sonra değil yaşarken iyi ve kötü yanlarını ikiyüzlü olmadan eleştirerek, severek, uyararak veya takdir ederek ilgi göstermemizdir. Faydasız pişmanlıklar genelde yaptıklarımızdan değil, daha çok yapamadıklarımızdan ileri gelmektedir.

En büyük ölüm, yapamadıklarımızdan dolayı ölüm haberini aldığımız andaki pişmanlıklarımız sonucu yaşadığımız sonsuz acılarımızdır. Bazen en uzak en yakın, en yakın en uzak olmakla birlikte yaşadığımız en büyük acı ise uzağımızdaki birisinin ölümünden dolayı değil, yakınımızda olup, uzak olduğumuz kişilerin ölümünü anladığımızdaki gözyaşı kokan duygulanmalarımızdır.

İyi ve samimi bir şekilde anılmanın yollarından en önemlisi halka, dolayısıyla evrene hizmet etmekten geçer. Halka hizmet etmek için vali, belediye başkanı veya milletvekili, bakan, başbakan hatta cumhurbaşkanı olmak gerekmiyor. Tabii ki resmi veya gayrı-resmi olarak belli mevkilere gelme şansını yakalamış insanlarımızın üstlendiği sorumluluklarının gereği olarak nüfuz ,yeti ve yetkisini kullandığı için halka hizmet etmeye daha yakın durma şansları vardır ama önemli olan hizmet ,bu mevkilere gelmiş kimselerin ettiği, edeceği veya etmeye çalışacağı hizmet değildir.Çünkü bu hizmetler Onların asli görevleridir.Bu asli görevlerini yerine getirenlerin sayısı bile bir elin beş parmağını geçmiyorken,her şeyi Onlardan beklemek doğru olmasa gerek.

Hatırlamamız lazım gelir ki “zaman” en faydalı ilaç ve en büyük zenginliktir. Zamanı optimum kullanıp, çevremizdekilere ilgi gösterdiğimiz ve en önemlisi kalıcı şeyler bıraktığımız müddetçe, öldükten sonra sınırlı da olsa anılacak sadece bir defa, aksi halde genellikle sadece her ölüm haberi aldığımızda hatırladığımız üzere, yüzlerce kez ölürüz.

Herkesin kendi imkânları ölçüsünde bu evrene bir değer katmak için elini, üzerinde yaşadığı bu yerkürenin altına koyması gerekir. Değer katmak, bireyin öncelikle, hakkıyla birey olabilmesinden geçer. Aksi halde bu yerküre, sonsuzluğun derinliklerinde bizlerle birlikte keşfedilmeyi bekleyen bir küre olmaktan öteye geçemez.

Yerel ve/ veya genel seçimlerde kullanacağımız gelip geçici oylarla yapacağımız dünyevi “seçim”den çok hayat duruşundaki “seçim”imizin, kalıcı olabilmek adına yaşamımızdaki en önemli seçim olduğunu ayrıca aklımızdan çıkarmamamız gerektiği hatırlamakta fayda vardır.

Öldükten sonra da samimi olarak anılmayı sağlayacak ”ayağıyla sakal tıraşı yapmak” gibi popüler kültüre hizmet edecek gösterişlerden uzak, insanlığın değerini yükseltecek manevi açılımlar bırakarak kalıcı olabilmek adına,herkese iyi ölümler….


Mardinlife.com


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlama biçimi kutucuğundan Adı/Url 'yi seçerek, isminizi ve dilerseniz mail veya site adresinizi yazıp yorumunuzu gönderin. Yorumunuz Editör onayından geçerse yayınlanacaktır. Küfür, Hakaret, İftira ve SİYASİ içerikli yorumlar ve Adı Soyadı belirtilmeyen yorumlar yayınlanmıyacaktır. Surgucum