Ne kadar samimi ya da değil bir kenara bırakırsak...
Yani muhalif tavrımızı, eleştiri hakkımızı saklı tutarak söylersek eğer...
Türkiye'de yıllarca utanç kaynağı olmuş, Türkiye'nin düşünce özgürlüğü dersinde sınıfta kalmasına neden olmuş bazı kararlarda geri adım atıldı malum.
Mesela...
Nazım Hikmet, Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya'ya tekrar kucak açılması...
Ne kadar geç olsa da, mezarlarında bize ne kadar alaycı alaycı gülümseseler de 'telafi sınavı' diyelim biz buna yine de.
Ardından devlet eliyle Kürtçe kanal açılması...
Ve tam 33 yıldır sürgünde yaşayan, türkülerini kendi dilinde söylediği için ülkesine adım atamayan, Kürtler'in efsane sanatçısı Şivan Perwer'in TRT'nin Kürtçe kanalının açılışına davet edilmesi!
İşte asıl bomba olan buydu.
Onu tanımayan -Kürtler değil ama belki Türkler- olabilir; ön giriş yapmak isterim:
Şivan Perwer'e sıradan bir Kürt sanatçısı muamelesi yapmak haksızlık olur, az olur, çok da ayıp olur.
Kürtler'in yıllardır verdikleri varolma mücadelesine, dertlerine, acılarına müziğiyle, sanatıyla, sesiyle ilaç olmuş; misyonu olan biri.
Yıllarca illegal yollarla çoğaltılıp, gizleyerek, saklayarak, korka korka kasetleri dinlenen biri.
Kürt dilinden, Kürt sanatından, Kürt kimliğinden vazgeçmeyip dünyanın her yerinde bunları yücelttiği, sahip çıktığı ve geliştirdiği için bir efsane.
Bir dünya ozanı aynı zamanda; dünyanın en ünlü sesleriyle aynı sahneyi paylaşmış, onlarla türkülerini söylemiş, her birine Kürtler'i ve sorunlarını anlatmış bir elçi.
Devlet madem davet etmiş, 'yasağın hükmü kalmamıştır' dedim fırsattan istifade; düştüm Almanya yollarına.
Köln'deki Şivan Perwer Vakfı'nda buluştuk, bütün gün konuştuk.
Elleriyle kahve hazırladı, Köln'ün simgesi Dom Kilisesi'ni arkamıza alıp fotoğraflar çektirdik, akşam da bir Türk kebapçısında kebap ziyafeti çektik.
Türkçe'yi unuttu sanıyordum ama gayet iyi anlattı kendini.
TRT'nin davetini, neden bu davete icabet etmediğini, yıllardır sürgünde yaşadıklarını, nasıl kaçtığını, Kürt sanatçıları için ne düşündüğünü anlattı.
Ve tüm samimiyetimle şunu söyleyebilirim; benim için böyle efsane bir adamla tanışmak müthiş bir şanstı.
- Çocukluğunuzdan başlayalım...
- Önce şunu söyleyeyim; ben çok isyankar bir çocuktum. Aklımda öyle şeyler vardı ki, beni depresif, içe kapanık hale sokuyordu, rahat bırakmıyordu...
- Nasıl şeyler vardı aklınızda?
- Şehirle köyü karşılaştırırdım hep. Neden köyle şehir arasında bu kadar fark var, niye şehirliler köylüleri sevmez, niye Kürt askeri değil de Türk askeri var, Türkçe devletin diliyse biz niye Kürtçe konuşuyoruz, niye okula gittiğimizde Türkçe, eve geldiğimizde Kürtçe konuşuyoruz gibi bir sürü soru. Bir çocuk olarak bu sorular arasında debeleniyordum sürekli.
- Urfa Siverek'te mi geçti çocukluğunuz?
- Siverek'le Viranşehir arasında Karuk diye bir köyde. 50 köyün içerisinde sadece bir köyün okulu vardı. Beş, on kilometrelik yerlerden geliyordu öğrenciler; o köyde okudum ben.
- Sizin adınız İsmail Aygün aslında. Ne zaman Şivan oldu?
- Bana hep Şivan derlerdi, göbek adımdı. Çoban anlamına geliyor; babam bana bu ismi verdi. Okurken çobanlık da yapıyordum, başka bir sürü köy işi de.
- Yoksul muydunuz peki, geçinme derdi?
- Yoksul değildik. Geniş bir aileydik, Şeyhan denilen geniş bir aşiretten geliyorum.
- Sizin babanız dengbej'miş (Kürt ozanı). Müzik sevdanız babadan mı?
- Az önce dedim ya, beynimde öyle düşünceler vardı ki... Niye köyümüzün evleri güzel değil, neden köylüler böyle izole ve yalnız, niye bu köyde mesela okul yok, cami yok, hastane yok? Urfa'yla, Viranşehir'le karşılaştırırdım sürekli. Sonra insanlar arasında ağa, bey, şeyh, derviş, çiftçi, köylü gibi sınıf farklılıklarına çok öfke duyardım, bunların değişmesi gerektiğine inanıyordum.
- Bunları müziğinizle anlatma yolunu mu seçtiniz siz de?
- Ben gözümü açar açmaz çevremde bir sürü dengbej buldum. Bunların içinde en iyilerinden biri de babamdı. Her şarkının bir hikayesi vardı, bir destan anlatırdı. Çevreden, yakın köylerden bir sürü sanatçı gelirdi, darbukalar, kemanlar çalınırdı, oynanırdı. Saz çalmayı da onları göre göre öğrendim. Dengbejler sabaha kadar oturur, olayları şarkılarıyla anlatırdı. Ben de cemaat dağılana kadar otururdum, kızarlardı bana 'git uyu' diye. Uyumazdım, ertesi gün de o olayı türküyle, melodiyle anlatırdım.
- Sesiniz o zamanlardan fark edilmiş miydi?
- Küçüklükten beri hep sesimin güzel olduğunu söylediler. Biraz büyüyünce de 'sen ünlü olursun, niye plak yapmıyorsun' demeye başladılar. Ama ben okumayı çok seviyordum...
- Dört oktavlık sesiniz olduğu doğru mu?
- Valla ben tenora çok iyi çıkabiliyorum, bası da iyi kullanırım. Bilmiyorum artık...
- Sonra Ankara'da üniversite okudunuz, değil mi?
- Evet. Gazi Üniversitesi matematiği kazandım. Her üniversitede olduğu gibi olaylar, sağ-sol çatışmaları yaşanıyordu tabii. Aynı zamanda konserler veriyordum ve tanınmaya başlamıştım, türkülerim her tarafa yayılmıştı. Ama takma ismim Şivan'ı kullanıyordum konser verdiğimde, gizliydi her şey. Arkadaşlarım beni bir yerde çıkarır, konser bitince de kaçırırdı.
- O zamanlar plak, kaset çıkaramadınız değil mi?
- Arkadaşlar çok istedi, İstanbul'a gittim, birkaç müzik yapımcısına uğradım, bana 'çok zor, cezası çok' dediler. Ama en sonunda biri, iki türkülü bir 45'lik plak yaptı. Ben Avrupa'ya çıktıktan sonra ortaya çıkmıştı o. Neyse zaman geçti, sadece Türkiye'de değil, Irak'a, İran'a, Suriye'ye, bir sürü yere sesim, türkülerim ulaştı. Ben sazı elime alıp söylediğimde, küçük teyplere kaydediyorlardı, çoğaltıp dört bir yana gönderiyorlardı.
Kürtler'e herkes gibi yaşam hakkı tanınsın, kültürlerini yaşamalarına, dillerini kullanmalarına engel olunmasın, bunlar anayasal garanti altına alınsın.
Türkiye'nin birçok kültür ve halktan insanların yaşadığı bir mozaik olduğunu söylemek ve bini resmi olarak kabul etmek, küçük statükocu, bir elit zümre dışında herkesi mutlu edecektir. Demokrasi içinde konuşarak, iç barışı sağlayabiliriz. Türkiye'nin güzellikleri hepimize yeter.
Bugün İstanbul Kürtler'in en büyük şehri haline gelmiş durumda. Şimdi buralarda yaşayan Kürtler, kendi yurtlarına mı dönecek sanıyorlar? Bölünme korkusu reel ve objektif olarak mümkün değil; sadece bir korku aracı olarak kullanılıyor. Bu statükocu güçlerin, demokrasi ve hukuk normlarına çekilmesi ve artık halklarımızı özgür bırakması gerek. Türkiye'nin beyinlerini çağdışı ideolojilerle etkilemek, şoven duygularla halkı kandırmak, halkın üzerinde zorla tahakküm kurmak globalleşen dünyamızda artık mümkün değil. Sınırların ve duvarların önemini yitirdiği bir dünyada Kürtler'in her birey ve halk gibi eşit ve özgür bir yaşam istemesi çok mu lüks? Kıbrıs Türkler'i için istenen haklar neden Kürtler için de geçerli olmasın?
Şivan Perwer, 2004 yılında kendi adına bir vakıf kurdu. Amaç hem sanatını ve mali imkanlarını korumak hem de Kürt ve dünya müziği arasında bir köprü kurmak. Vakıf aynı zamanda töre cinayeti, kadına karşı şiddet gibi konularda da etkinlikler ve çalışmalar yapıyor.
- Şu anda evli misiniz?
- Hayır.
- Sizin Kürtler'den gördüğünüz ilk ve tek tepki, sizin gibi sanatçı eşiniz Gülistan'dan boşanmanız ve bir başkasıyla ilişkiniz yüzündendi. Kürtler böyle durumları aşamamış mı henüz?
- Bizim evliliğimizde anlaşmazlıklar vardı, zaten yürümüyordu. Bir başkası yüzünden bitmedi. Ben böyle şeyleri konuşmayı pek sevmiyorum. İnsanlar bunun üzerinde çok tartışıyorlar. Bizim kültürel durumumuz, yetiştirilme tarzımız, hayat görüşlerimiz çok ayrıydı, yürümedi. Ama biz dostuz, arkadaşız hala, bir oğlumuz var.
- Kaç yıllık evlilikti sizinki?
- 17 yıl.
- Neden tepki gösterildi bu kararınıza bu kadar?
- Biz güya bir prens, prenses gibi görülmüşüz halk içinde, bizim boşanmamız bir sürü insanın boşanmasına sebep olur gibi bir sürü şey ileri sürüldü.
- Parlamentoda şu anda Kürtler'i temsil eden bir grup milletvekili var. Onların politikalarını, Kürt sorunuyla ilgili çözüm önerilerini nasıl buluyorsunuz?
- Onlar iyi Kürt yurtseverleri ama hala ağa! Hesabına gelenlerle iyi dostluk kurarlar, gelmeyenle kurmazlar. DTP'li milletvekilleri buraya kadar gelirler, bir gün selam vermezler. Neden? Bir konserlerine gidememişimdir. Sanki politikalarına karşıyım. Halbuki değilim; yarın beş konsere gideriz ya, ne olacak!
- Hesapçı buluyorsunuz yani?
- Çok hesaplı, çok da tutucu ve bağnazlar.
- Kürt sorununun çözümüne katkı sağlayacaklarına inanıyor musunuz?
- Bence böyle bir ülkede, Kürtler ve Türkler arasında İsa havarileri gibi olmalılar, doğru siyaset budur. Açık olacak, insanları sevecek, kucağını açacak, herhangi bir siyasi menfaatten dolayı kimseden nefret etmeyecekler. AKP de aynı şeyi yapmalı, DTP de. Bağnaz, tutucu yanlarını bırakmayana kadar kimseyi ikna edemezler, birçok Kürdü de ikna edemezler.
- En son ne zaman albüm yaptınız?
- Ben hiçbir zaman rahat duran biri değilim ama durur beklerim, ortamı dinlerim. Bir yere dolan su gibi, kaynak doluyor, sonra akıyorum. Ama doğrudur, beş sene oldu albüm yapmayalı. Depresyona girdim bu ara...
- Neden?
- Sebepleri değişikti. Çok saldırıya uğradım, başıma acayip şeyler geldi, bunlarla mücadele ettim. Sanatımı tekrar etmek istemedim, daha güçlü, destansı şeylerle ortaya çıkmak istedim, yenilik yapmam gerekiyordu. Bir ara sesimde de rahatsızlık ortaya çıktı.
- Gırtlak kanseri olduğunuz söylendi...
- Allah göstermesin, kanser olsam böyle mi konuşurum? Kolit adı verilen, fazla sıkıntı, yorgunluk ve depresyon yüzünden ses tellerinde oluşan bir rahatsızlığım vardı, ameliyat oldum. Bir yıla kadar yeni albümü çıkarırım.
- Hiç pişmanlığınız var mı?
- Türkiye konusunda hiçbir şeyden pişman değilim. Çünkü benim amacım bu yıkılmaya, yok edilmeye çalışılan dilin güzelliğini göstermekti. Bunu da burada yapabildim. Pişman olduğum şey ne biliyor musun? Önüme dünya sanatçılarıyla birlikte bir şeyler yapmak anlamında müthiş imkanlar çıkmıştı...
- Kimlerle mesela?
- Peter Gabriel, Tom Jones, Sting, Chris De Burg, Gipsy King, bir sürü Alman sanatçısı, Fransız sanatçısı, Latin Amerikalılar. Hepsinden teklif geldi ama ben boşverdim. Hep Kürt davasıyla ilgiliydim, Kürtler büyüsün, Kürtler gelişsin derdindeydim. Bu konuda pişmanım; en azından Sting'le bir şeyler yapabilirdim. Tom Jones bile hayran kaldı, "Seninle sesimiz birbirine çok yakın" diyordu, ben "Bu adam ne istiyor benden" deyip geçiştiriyordum.
- Pek çok ülke lideriyle de ilişkiniz vardı bildiğim kadarıyla...
- İsveç Başbakanı Olof Palme, Çekoslovakya Başkanı Havel, John Major, Fransa Cumhurbaşkanı Mitterand, Avusturya Cumhurbaşkanı Dr. Fischer'la tanışıp, konuştum. Prenses Diana da Londra'daki konserde çok yakın ilgi göstermişti.
- Heyecanlandırmadı mı sizi Diana?
- Çok heyecanlandım, sarıldı, "Sizi çok beğeniyorum, probleminizi biliyorum" dedi. "Güzel kraliçem, her ülkeyi ziyaret ediyorsunuz ama Kürt bölgesine hiç gitmediniz" dedim, "Gideceğim, söz veriyorum" dedi. Benimle bazı çalışmalar da yapmak istedi, davet etti ama sol grupların eleştirisi bitmiyordu, 'emperyalistler bizi satın alacaklar' diye tutturuyorlardı. Acayip şeyler başıma geldi. Başlarda Amerika'ya, Avrupa'ya bakışım başka türlüydü, 'ne gidip dünya emperyalistleri ile türkü söyleyeceğim' diye hınç vardı içimde. Sonra o kadar şey öğrendim ki...
"Türkiyeli sanatçılar bugüne kadar cesaretli davranmadılar. Ben hep zulme karşı türkü söyledim, gerçekler uğruna sazımı çaldım, hareket ettim. Kimse derin şekilde düşünmedi, haklılığımı görmek istemedi. 'Bu devlete karşı hiçbir şey olmaz' dediler, oturdular. Beni ne zannettiler bilmiyorum! Yani Şivan Perwer'i bu insanların, Kürt-Türk sanatçıların, aydınların Türkiye'deki sivil toplum kuruluşlarının çağırması gerekirdi TRT yerine, devlet yerine. Makbul olan bu değil miydi? Birçok sanatçı demokratik açılımlara öncülük yapabilirdi. Bülent Ersoy kadar cesaretli olamadılar.
- Türkiye'de Kürt kökenli bir sürü sanatçı var. Bu isimlerle ilişkiniz nasıl, onları kendi ülkesinin gerçeklerine ne kadar yakın ya da uzak buluyorsunuz?
- Türkiye'deki Kürt sanatçılar ya Türkçe söylüyor, ya Kürt sanatsal değerlerini Türkçe'ye çevirip kullanıyor. Bunların hepsi sistemin çarkına girmiş, aynı kalıplaşmış düşüncelere inanan insanlar. Bunların Kürtler'e bakışı tamamen sıfır, korkuyorlar, hatta Kürtler'e karşılar! Ahmet Kaya linç edilmek istenirken o salonun yarısı Türkse, yarısı da Kürt'tü.
- Ve kimse sesini çıkarmadı...
- Sesini çıkarmayı bırakın karşısında oldular! Bir sürü sanatçı sahneye çıkıp, faşist marşlar söyledi, tabak fırlattı. Kürt sanatçıları o hale geldi işte; İngilizler'le düet yaparlar, Yunanlılar'la kardeşlik, barış şarkıları söyler, konserler verirler ama Kürt sanatçısıyla yan yana gelmezler asla.
- Düet yapmak istediğiniz bir sanatçı var mı?
- Benim hiçbir Türk sanatçısıyla düet yapma isteğim yok.
- Sezen Aksu ile istemiştiniz bir ara?
- Hayır, Sezen de korkağın teki! Bir barış projesinde Sezen'in de olması için teklif gönderdik ama yaklaşmadı bile, reddetti. Yani Kürt sanatçılarından daha cesaretli, demokrat, ilerici görünen Sezen bile Kürt meselesinden kaçtı. Bir tek Sertab Erener cesur çıktı, bir ara 'olabilir görüşelim' dedi. Sezen, Zülfü Livaneli gibi isimler kendini demokrat gösteren insanlar bir de! Peki ben şimdi hangi Türk sanatçısına yaslanacağım, güveneceğim? Yok! Türkçe şarkı okuyan Kürt sanatçıları ise zaten kendi öz değerlerinden kopmuş, Kürt kültürü umurlarında değil, sadece meşhur olmak, para kazanmak sevdası içindeler, yeri geldiğinde Kürtlüğe küfretmekten de çekinmezler.
- Nasıl gelmek isterdiniz Türkiye'ye?
- Benim hayalim ne biliyor musun? Pohpohlamak, yüceltilmek değil. Beni seven bir halk var, benden umut alan, moral alan, benden büyük beklentisi olan bir halk...
- Büyük bir halk konseri mi istediğiniz?
- Konser önemli değil ki, ben dünya festivallerine katıldığımda yüz binlerce insan geliyor. Benim hayalim, önce bu ülkenin antidemokratik, korku ülkesi olmaktan çıkması, bir şekilde demokratikleşmesi. Şu anda gelirsem, çatışırız. Çünkü ben sadece sanatçı değilim, ben bir haykırışım, bağırışım, bir umudum.
- Dört-beş yıl önce Aktüel'e verdiğiniz röportajda 'Dolmabahçe'de konser vermek istiyorum' demiştiniz. Fikir mi değiştirdiniz?
- Beni ben olarak kabul ettiklerinde eğer türkülerimi söyleyebiliyorsam, Türkler, Kürtler beni birlikte dinlemeye gelebiliyorsa, alkışlayabiliyorsa neden olmasın! Dolmabahçe'nin bir kötülüğü yok, o bir mekandır sonuçta. İnsanlar birbirlerini seviyor, saygı gösteriyor ve kabul ediyor demektir o zaman...
- Peki bunun gerçekleştiğini varsayalım, Diyarbakır'da mı, İstanbul'da mı nerede insanları buluşturmayı hayal ederdiniz?
- Nerede insanlar türkülerimle uyanmış, sevmiş, bilinçlenmiş, düşmüş, ağlamışsa ben oraya giderim. İstanbul'u severim, İstanbul çok güzel, insanları güzel, o başka bir şey ama ben doğduğum toprağa giderim. Kalktığım yere tekrar düşerim. Ya Diyarbakır'a, Batman'a, ya Urfa'ya, Mardin'e, Van'a, ya Hakkari'ye giderim. Ben oradan gelmişim, oradaki insanlar beni Şivan yapmış.
- Peki birinin aracılık etmesi mi lazım? Başbakan'ın, bir bakanın özel çabası mı şart, ne olmalı sizin gelmeniz için?
- Önce şu var; benim gelmem ne kadar önemli? Kürtler için tabii ki önemli ama Türkler için önemi var mı bunun? Türkiye'nin değişmesi için benim de katkım olabilir mi? Yani benim bu kadar yıl dışarıda kalmamın sebebi, Türkiye'nin aynı statükoyla devam etmesiydi. Ben bu kadar yıl sonra dönebiliyorsam bu statüko değişmiş mi demektir? Türkiye bazı açılımlarda bulunabilecek mi? Çünkü ben Türk kanunlarına göre yasak bir adamım ve çoğu kere türkülerimden dolayı insanlar yakalandı, tutuklandı, işkenceye alındı, kimisi öldürüldü.
- Peki TRT'nin davetini kabul etseydiniz nasıl girecektiniz? Bunu konuştunuz mu hiç, nasıl bir formül önerdiler?
- Bu kadar uğraştıklarına göre, beni içeri sokabilme imkanını bulmuşlardı, yetki verilmişti demek ki. Fakat nasıl olacaktı bilemiyorum.
- Kaçıp gittiğiniz ülkeye, üstelik devlet kanalı TRT'nin açılışına katılmak üzere davet edildiniz 33 yıl sonra. Bu ironik durum size ne hissettirdi?
- Şimdi her şeyden önce Kürt toplumunun çok mükemmel değerleri var; tarihsel, toplumsal, kültürel güzellikleri var. Bu toplum da artık globalizmle birlikte bilinçlendi, bilgisi gelişti, kendi başına televizyon kurabilecek hale geldi. Bir sürü Kürt televizyonu var şu anda. Türk devleti yapmasa da olurdu! Çünkü Kürtler sadece Türkiye'de değiller; 12-13 milyon kadar Kürt İran'da, 5-6 milyon Kürt Irak'ta, 3-4 milyon Kürt Suriye'de. Sadece Almanya'da bir milyondan fazla Kürt var. Bugün dünyada 50 milyondan fazla Kürt var; küçük bir millet değil. Öyle devletlerin hesapladığı gibi yok olacak bir millet değil. Haa, şimdi ne oldu? Türkiye 85 yıl boyunca bunları hesaplamadı, inkar etti, yasakladı. Türkiye Türklerindir, 'tek dil, tek ülke, tek halk' dedi! Yahu seninle birlikte savaştım, Türklüğün korunması için elimden geleni yaptım. Madem kardeşiz, sen niye kardeşini yok etmek istedin durdun?
- Bu anlattığınız fotoğraftan yola çıkarak soruyorum; TRT'nin Kürtçe kanal açması, geri adım attığını göstermiyor mu?
- Ben atılan her adıma değer veririm, emeğe saygı gösteririm. Eğer devlet bile bir kanal açmışsa ve gerçekten Kürt kültürüne, sanatına, diline değer veriyorsa kötü konuşmam asla. Türkiye'de en az 30 milyon Kürt var...
- Peki bunun samimi olduğuna inanıyor musunuz?
- İşte asıl nokta bu; eğer devlet samimiyse, önce Anayasa'da bazı şeyleri değiştirir!
- Neleri?
- Mesela TRT 6'da Kürtçe konuşuluyor ama başka yerde konuşulduğunda cezalandırılıyorsun! Hala çocuklarına Kürtçe isim verenler cezalandırılıyor. Böyle bir kanalın birden bire ortaya çıkması, çok kişiyi şaşırttı. Tamam ilk olarak benimle ilişki kuruldu, kanalın yöneticileri geldi uzun uzun konuştuk ama samimi gelmedi bana. Çünkü yıllardır kanun nezdinde konuşulan bir meseleydi Kürt dili; önce kanunlar sınır çiziyordu, o sınır dışına çıkan her şey de soruşturuluyordu. Yani kanunların önce izin vermesi gerekiyor.
- TRT Şeş'in açılışında Yasaklı türkünüz Mıhemedo seslendirildi Rojin tarafından. Ne hissetiniz devlet kanalı TRT'de bu olunca?
- Benim türkülerim bir sürü sanatçı tarafından söyleniyor ama tabii TRT kanalının benim şarkımla açılması çok derin bir duygu yarattı bende.
- Bir şeyler değişebilir duygusu mu?
- Elbette. En azından Türkler tarafından da bana karşı bir sevgi beslendiğini gördüm, beni düşündüklerinin farkına vardım, biraz da acıdıklarının farkına vardım o kadar yıl dışarıda kalmamdan dolayı. Bunun sebeplerinin ne olduğunu konusunda düşündüler en azından, bu önemli.
- Peki bu kanal en azından ortamı yumuşatır, Kürt diline olan duyarsızlığı, ilgisizliği bir parça azaltır hissiyatı yok mu içinizde?
- Ben beklenti içinde değilim, yani 'ah keşke olsa' demiyorum. Böyle bir şey olması iyidir, en azından Türkler, Kürt diliyle ne kadar güzel türkülerin söylendiğini, çoğu Türkçe türkünün Kürtçe'den alındığını görecek, 'ne güzel bir dil' diyecek belki.
- "Ülkeme dönüşüm TRT için olmayacak" dediniz...
- Beni bir tek TRT çağırmadı ki! AKP kaç kez seçim propagandası için çağırdı, çeşitli sol kesimler çağırdı, ki bugün Ergenekon soruşturmasında adı geçenlerdi! Çok zengin Türk-Kürt mafyası da çağırdı, bir sürü şehrin belediye festivalleri de. Yıllardır davet ediliyorum, sadece bugün değil.
- Niye reddettiniz hepsini?
- Ben hiç kimseyi bu konuda samimi bulmuyorum! Ya Nazım Hikmet gibi birini, dünyanın tanıdığı şairi aforoz ettiler. Şimdi kabul ediyorlar, mezarını geri getirmek istiyorlar. Yılmaz Güney gibi değerli birini... Ki dünyaya onun gibi biri bir daha gelmez. Ahmet Kaya'yı... Türkler için müthiş bir sanat üretti, özgün sanat Ahmet'le başladı. Ahmet küçücük bir şey söyledi sadece; 'Kürtçe klip çekeceğim' dedi, aforoz ettiler ve kahrından öldü.
- Dönüm noktası neydi, ne oldu da yurtdışına çıkmaya karar verdiniz?
- Artık durum o kadar sıkıcı hale gelmişti ki... Yanımda yürüyeni bile yakalıyorlardı. Burada yaşayamaz duruma geldim. Konserlerimi düzenleyenler yakalandılar, yıllarca hapis yattılar, bazıları şehit oldu. Gerçekten müthiş bir fedakarlık gösterdiler benim ele geçmemem için, beni vermek yerine kendilerini ele veriyorlardı. Onlara çok şey borçuluyum. En son ODTÜ'de verdiğimiz bir konserde acayip kargaşa çıktı. Polis beni istedi, öğrencilerle polis çatışmaya başladı. Arkadaşlarım beni kaçırdı yine ve 76 yılında Almanya'ya kaçtım sonuçta.
- Sahte isimle çıktınız herhalde!
- Tabii. Arkadaşlar 'kal' dedi ama o kadar fedakarlık gösteren insanları nasıl yalnız bırakıp, burada yaşayacaktım? İki ay sonra döndüm. Viranşehir'e gittim, baktım her yerde ben konuşuluyorum, her tarafta benim kasetim ama insanlar beni gördüğü zaman titriyor, korkuyor, benimle görüşmek istemiyor. Artık barınamazdım topraklarımda. Türkiye'den de çıkamıyorum! En son tanıdıklar beni mayınların arasından Suriye'ye geçirdi, üç ay Şam'da kaldım, sonra tekrar Almanya. Geniş bir Kürt kitlesi vardı Almanya'da, kalmaya karar verdim. Dil okuluna yazıldım Hayderberg'te, Almanca öğrendim. Kürt müziğiyle ilgili inceleme yapıp kitap çıkarmak isteyen bazı Alman profesörlerle karşılaştım, onlarla yaşadım, üniversitede bir yıl müzik bilimi okudum onların yardımlarıyla. Sonra Köln Üniversitesi'nde müzik araştırmaları bölümünde okudum üç yıl. Kürt meselesi çok tartışılmaya, gelişmeye başladı, gezmem dolaşmam gerekti, tabii okulu bitiremedim.
- Hiç düşündünüz mü o gün çıkıp gitmeseydiniz, hayatınız nasıl olurdu?
- Hiç bilmiyorum; ya hayatım bitecekti ya da herhangi bir şekilde ceza, işkence, hapis olacaktı, boğazımı sıkacaklardı yani. Ama bende bir kudret vardı demek ki, hiç kurban gitmedim! Beni her zaman selamete çıkaran bir güç vardı. Onun için, belki de Avrupa'ya gelmem iyi oldu. Elbette insan kendi halkı içinde olmak ister, ülkesinde olmak ister ama yaşanamaz bir durum var ise, yaşayabileceğin yerde kalmalı ve orada gerekenleri yapmalısın.
- Sonra burada yasaksız, sorunsuz şekilde albümlerinizi çıkardınız. Kaç albüm oldu?
- 30'a yakın.
- Mutlaka çok zordur ama merak ediyorum; 33 yıl dayanmak zor değil mi buna? Ne kadar üzülüp ağladınız, ne hissettiniz o günlerde?
- Bir hayvan korktuğu zaman korunmak için bir yere çıkar değil mi? Korunabileceği kadar durur orada, tehlikenin geçtiğini anladığı an da iner, normal haline dönmeye çalışır. Ama sen dönemiyorsun bir türlü! Bazen sana acı veren şeyleri hatırladığında ağlamak istiyorsun elbette...
- En çok ne ağlattı sizi?
- Annemin ölümü! Ben oradayken öldü annem ama mezarına bile gidemedim. Çok seviyordum annemi, çok fedakar bir kadındı. İki çocuğu ölünce çok acı çekti, hastalandı. Beş-on çocuk büyütmüştü, 36 yaşında öldü. Şu anda bile ağlamak istiyorum. (gözleri doluyor) Mezarını bile ziyaret edemedim.
- Nasıl geçti bu 33 yıl peki?
- Ben ülkemin, halkımın durumuna üzüldüm hep. Başka ülkelere gittim, başka halklarla karşılaştım, hep kibirli, gururlu, modern, 'biz buyuz' diyorlardı. Ama sen 'Kürdüm' dediğinde şahsiyetine değer verilmemiş, acınılan bir portre çiziyorsun. Ben sadece sanatçı değilim; politikacılarla, belli derneklerle, partilerle, Kürtler'le faaliyette bulunan kesimlerle de sağlam ilişkiler kurmaya, onlara hizmet etmeye, konserlerine katılmaya, elimden geleni yapmaya çalıştım. İstedim ki, Kürtler de toplumsal alanda tanınsın. Bir sürü değişik kesim var; başkaları daha fanatiktir, başka tarzları vardır, olabilir ama ben her zaman yumuşak bir üslup kullandım, müziğimle sanatımla yaptım bunları. Keskin, fanatik düşünen kesimlerden çok baskı da gördüm...
- PKK'lılar konserlerinizi basıyordu sürekli...
- Konserler basılıyordu, insanların gelmemesi için uğraşılıyordu, milletin gözünden düşürmek için antipropaganda yapılıyordu.
- Sırtınızı kimselere dayamadan, kimsenin siyasetine alet olmadan bu kadar yıldır müzik yapmanın sırrı nedir? Hem de ülkesinden bu kadar uzakta!
- Doğrudur, hiçbir zaman bir siyasete dayanıp yapmadım sanatımı. Şunu biliyorum ki; kimse başkasının sayesinde bir şey yapamaz ve başaramaz. Yani siyasetin güçlenmesi için sanatı bazen kullanabilirsin. Ama bunun sınırı, insanın iradesine bağlıdır. Güçlü bir iradeye sahipsen...
- Siz iradenizle ayakta durursunuz tamam da, onlar durmanıza nasıl izin verdi?
- Tarih okuyorum, felsefe okuyorum ve biliyorum ki hayat bir mücadeledir. Bu mücadeleyi verirsen amacına ulaşabilirsin. A siyasetine, B siyasetine dayandığın zaman kullanılmış hale gelirsin. İnsanlar egoisttir, siyasetler de, siyasetçiler de egoisttir dolayısıyla. Seni kurban etmek için ellerinden geleni yaparlar. Kurban olmazsın ama onları da ezmezsin, yok saymazsın, güçlendirmeye çalışırsın. Hem bağımsız hareket edeceksin, hem de birlikte. Ben bunu irademle becerdim.
- Hiç tehdit edildiniz mi?
- Çok kez! Saldırıya da uğradım fakat bunlar beni yıldırmadı, güldüm geçtim. Konserde bakıyorum, bir kargaşa var, kavga var, ben türküme devam ediyorum. Biliyorum biraz sonra duracak ve pişman olacaklar. Bir mücadele anında sabırlı, tahammüllü ve iradeli davranamazsan ayakta kalamazsın. Bunların olacağını biliyorum çünkü Kürtler arasında öyle kardeş kavgaları oluyor ki, bazen yüzlerce insan da ölüyor.
- Hiç 'döneyim' duygusuna kapıldığınız olmadı mı?
- Ben çok inançlı bir insanım; yılmam, kendimi kimseye teslim etmem. Başımı da kesseler, düşüncelerimden vazgeçmem, taviz vermem. Eğer ben Türkiye'de yaşayamıyorsam burada faydalı olmalıyım.
Hiçbir sanatçıyı ziyaret etmem!
- Bir tek Kardeş Türküler'le ortak bir proje yaptınız 2000 yılında, değil mi?
- Haa bak, bunlar güzel insanlar. 'İstisnalar kaideyi bozmaz' derler ya, var öyleleri. Arif Sağ güzel bir insan, içinde insan sevgisini taşıyan biri. Ahmet Kaya öyleydi, Kardeş Türküler öyledir.
- 'Türkçe şarkı söyleseydi, Türkiye'nin bir numarası olurdu' derler sizin için. Bu gerçek bir tarafa, hiç Türkçe söylemediniz mi?
- Ben şu anda uluslararası alanda tanınan bir sanatçıyım, Türkiye'yi geçmişim! 'Türkiye'de de bir numara olayım' diye bir olayım olmadı. Bazen konserlerde söylüyorum Türkçe. İngilizce, Almanca, Arapça da güzel söylerim.
- İbrahim Tatlıses'in sizin bazı şarkılarınızı söylediği ama telif ödemediği, sizin onu mahkemeye verdiğiniz haberi doğru mu?
- Evet verdim, beş sene önceydi. Bir Peşmerge türküm vardı, onu Zurnacı İbo Dayı diye çevirmişti, bir de Cane cane türküsü. İbo para kazanmak, sevilmek, kabul edilmek için herkesin türküsünü okur, sadece benim değil. Bunlar emek saymayan, emek üzerine oturan kişiler. Benim derdim sadece birini mahkemeye vermek de değildi, çünkü mahkeme meselesi gündeme gelirse Türkiye'deki tüm sanatçılar suçlu çıkar! Bunlar yıllardır Kürtler'e ait olan pek çok türküyü anonim diye okuyor ya da kendilerine mal ediyorlar. O yüzden bir gün gelsem Türkiye'ye hiçbir sanatçıyı ziyaret etmem, asla! Çünkü ben 33 yıldır kimsenin bir gün gelip de beni sorduğunu, 'merhaba' dediğini duymadım. İbo benim hemşehrim üstelik. Benim düşüncelerimi paylaşmayabilir ama bir insanım.
Şirin SEVER
Kaynak:
http://arsiv.sabah.com.tr/2009/02/01//haber,5811224B8F3D472090713DCF2E0E852E.html
Köln'deki Şivan Perwer Vakfı'nda buluştuk, bütün gün konuştuk.
Elleriyle kahve hazırladı, Köln'ün simgesi Dom Kilisesi'ni arkamıza alıp fotoğraflar çektirdik, akşam da bir Türk kebapçısında kebap ziyafeti çektik.
Türkçe'yi unuttu sanıyordum ama gayet iyi anlattı kendini.
TRT'nin davetini, neden bu davete icabet etmediğini, yıllardır sürgünde yaşadıklarını, nasıl kaçtığını, Kürt sanatçıları için ne düşündüğünü anlattı.
Ve tüm samimiyetimle şunu söyleyebilirim; benim için böyle efsane bir adamla tanışmak müthiş bir şanstı.
- Çocukluğunuzdan başlayalım...
- Önce şunu söyleyeyim; ben çok isyankar bir çocuktum. Aklımda öyle şeyler vardı ki, beni depresif, içe kapanık hale sokuyordu, rahat bırakmıyordu...
- Nasıl şeyler vardı aklınızda?
- Şehirle köyü karşılaştırırdım hep. Neden köyle şehir arasında bu kadar fark var, niye şehirliler köylüleri sevmez, niye Kürt askeri değil de Türk askeri var, Türkçe devletin diliyse biz niye Kürtçe konuşuyoruz, niye okula gittiğimizde Türkçe, eve geldiğimizde Kürtçe konuşuyoruz gibi bir sürü soru. Bir çocuk olarak bu sorular arasında debeleniyordum sürekli.
- Urfa Siverek'te mi geçti çocukluğunuz?
- Siverek'le Viranşehir arasında Karuk diye bir köyde. 50 köyün içerisinde sadece bir köyün okulu vardı. Beş, on kilometrelik yerlerden geliyordu öğrenciler; o köyde okudum ben.
- Sizin adınız İsmail Aygün aslında. Ne zaman Şivan oldu?
- Bana hep Şivan derlerdi, göbek adımdı. Çoban anlamına geliyor; babam bana bu ismi verdi. Okurken çobanlık da yapıyordum, başka bir sürü köy işi de.
- Yoksul muydunuz peki, geçinme derdi?
- Yoksul değildik. Geniş bir aileydik, Şeyhan denilen geniş bir aşiretten geliyorum.
- Sizin babanız dengbej'miş (Kürt ozanı). Müzik sevdanız babadan mı?
- Az önce dedim ya, beynimde öyle düşünceler vardı ki... Niye köyümüzün evleri güzel değil, neden köylüler böyle izole ve yalnız, niye bu köyde mesela okul yok, cami yok, hastane yok? Urfa'yla, Viranşehir'le karşılaştırırdım sürekli. Sonra insanlar arasında ağa, bey, şeyh, derviş, çiftçi, köylü gibi sınıf farklılıklarına çok öfke duyardım, bunların değişmesi gerektiğine inanıyordum.
- Bunları müziğinizle anlatma yolunu mu seçtiniz siz de?
- Ben gözümü açar açmaz çevremde bir sürü dengbej buldum. Bunların içinde en iyilerinden biri de babamdı. Her şarkının bir hikayesi vardı, bir destan anlatırdı. Çevreden, yakın köylerden bir sürü sanatçı gelirdi, darbukalar, kemanlar çalınırdı, oynanırdı. Saz çalmayı da onları göre göre öğrendim. Dengbejler sabaha kadar oturur, olayları şarkılarıyla anlatırdı. Ben de cemaat dağılana kadar otururdum, kızarlardı bana 'git uyu' diye. Uyumazdım, ertesi gün de o olayı türküyle, melodiyle anlatırdım.
- Sesiniz o zamanlardan fark edilmiş miydi?
- Küçüklükten beri hep sesimin güzel olduğunu söylediler. Biraz büyüyünce de 'sen ünlü olursun, niye plak yapmıyorsun' demeye başladılar. Ama ben okumayı çok seviyordum...
- Dört oktavlık sesiniz olduğu doğru mu?
- Valla ben tenora çok iyi çıkabiliyorum, bası da iyi kullanırım. Bilmiyorum artık...
- Sonra Ankara'da üniversite okudunuz, değil mi?
- Evet. Gazi Üniversitesi matematiği kazandım. Her üniversitede olduğu gibi olaylar, sağ-sol çatışmaları yaşanıyordu tabii. Aynı zamanda konserler veriyordum ve tanınmaya başlamıştım, türkülerim her tarafa yayılmıştı. Ama takma ismim Şivan'ı kullanıyordum konser verdiğimde, gizliydi her şey. Arkadaşlarım beni bir yerde çıkarır, konser bitince de kaçırırdı.
- O zamanlar plak, kaset çıkaramadınız değil mi?
- Arkadaşlar çok istedi, İstanbul'a gittim, birkaç müzik yapımcısına uğradım, bana 'çok zor, cezası çok' dediler. Ama en sonunda biri, iki türkülü bir 45'lik plak yaptı. Ben Avrupa'ya çıktıktan sonra ortaya çıkmıştı o. Neyse zaman geçti, sadece Türkiye'de değil, Irak'a, İran'a, Suriye'ye, bir sürü yere sesim, türkülerim ulaştı. Ben sazı elime alıp söylediğimde, küçük teyplere kaydediyorlardı, çoğaltıp dört bir yana gönderiyorlardı.
Hiç Bir Dile Karşı Değilim
Zamanında okulda en iyi Türkçe konuşanlardan biriydim ben. Ben dillere karşı değilim, hangi dil olursa olsun insan iyi şekilde öğrenmeli. Dillere, kültürlere, halklara karşı olunmaz. Sistemlerin yarattığı zulme, insana karşı yapılan zulme karşı olunur. Devlet ne için var? İnsan hakkını, hukukunu korumak için. Ama devlet bir zümreyi yok etmeye çalışırsa zulümdür bu. Bu Kürtler üzerinde de böyle oldu. Kürt halkını inkar ettiler ve tüm tarihi ve toplumsal değerlerini yok etmeye çalıştılar. Sen bu halka mensup bir insan olarak böyle bir şeyi kabul edemezsin; buna karşı muhakkak bir şey yapmak istersin. Ben de türkülerimle bunu yapmaya çalıştım. Dolayısıyla bu türkülerin içinde politika vardır, siyaset vardır, isyan vardır. Bu da devletler tarafından yasaklanırsa sen de ait olduğun ülkede yaşayamaz hale gelirsin. Türkiye'nin güzellikleri hepimize yeter
Kürtler'e herkes gibi yaşam hakkı tanınsın, kültürlerini yaşamalarına, dillerini kullanmalarına engel olunmasın, bunlar anayasal garanti altına alınsın.
Türkiye'nin birçok kültür ve halktan insanların yaşadığı bir mozaik olduğunu söylemek ve bini resmi olarak kabul etmek, küçük statükocu, bir elit zümre dışında herkesi mutlu edecektir. Demokrasi içinde konuşarak, iç barışı sağlayabiliriz. Türkiye'nin güzellikleri hepimize yeter.
Bölünme korkusu gereksiz
Bugün İstanbul Kürtler'in en büyük şehri haline gelmiş durumda. Şimdi buralarda yaşayan Kürtler, kendi yurtlarına mı dönecek sanıyorlar? Bölünme korkusu reel ve objektif olarak mümkün değil; sadece bir korku aracı olarak kullanılıyor. Bu statükocu güçlerin, demokrasi ve hukuk normlarına çekilmesi ve artık halklarımızı özgür bırakması gerek. Türkiye'nin beyinlerini çağdışı ideolojilerle etkilemek, şoven duygularla halkı kandırmak, halkın üzerinde zorla tahakküm kurmak globalleşen dünyamızda artık mümkün değil. Sınırların ve duvarların önemini yitirdiği bir dünyada Kürtler'in her birey ve halk gibi eşit ve özgür bir yaşam istemesi çok mu lüks? Kıbrıs Türkler'i için istenen haklar neden Kürtler için de geçerli olmasın?
Şivan Perwer Vakfı 2004'te kuruldu
Şivan Perwer, 2004 yılında kendi adına bir vakıf kurdu. Amaç hem sanatını ve mali imkanlarını korumak hem de Kürt ve dünya müziği arasında bir köprü kurmak. Vakıf aynı zamanda töre cinayeti, kadına karşı şiddet gibi konularda da etkinlikler ve çalışmalar yapıyor.
Evli değilim
- Şu anda evli misiniz?
- Hayır.
- Sizin Kürtler'den gördüğünüz ilk ve tek tepki, sizin gibi sanatçı eşiniz Gülistan'dan boşanmanız ve bir başkasıyla ilişkiniz yüzündendi. Kürtler böyle durumları aşamamış mı henüz?
- Bizim evliliğimizde anlaşmazlıklar vardı, zaten yürümüyordu. Bir başkası yüzünden bitmedi. Ben böyle şeyleri konuşmayı pek sevmiyorum. İnsanlar bunun üzerinde çok tartışıyorlar. Bizim kültürel durumumuz, yetiştirilme tarzımız, hayat görüşlerimiz çok ayrıydı, yürümedi. Ama biz dostuz, arkadaşız hala, bir oğlumuz var.
- Kaç yıllık evlilikti sizinki?
- 17 yıl.
- Neden tepki gösterildi bu kararınıza bu kadar?
- Biz güya bir prens, prenses gibi görülmüşüz halk içinde, bizim boşanmamız bir sürü insanın boşanmasına sebep olur gibi bir sürü şey ileri sürüldü.
DTP'liler birçok kürdü ikna edemez!
- Parlamentoda şu anda Kürtler'i temsil eden bir grup milletvekili var. Onların politikalarını, Kürt sorunuyla ilgili çözüm önerilerini nasıl buluyorsunuz?
- Onlar iyi Kürt yurtseverleri ama hala ağa! Hesabına gelenlerle iyi dostluk kurarlar, gelmeyenle kurmazlar. DTP'li milletvekilleri buraya kadar gelirler, bir gün selam vermezler. Neden? Bir konserlerine gidememişimdir. Sanki politikalarına karşıyım. Halbuki değilim; yarın beş konsere gideriz ya, ne olacak!
- Hesapçı buluyorsunuz yani?
- Çok hesaplı, çok da tutucu ve bağnazlar.
- Kürt sorununun çözümüne katkı sağlayacaklarına inanıyor musunuz?
- Bence böyle bir ülkede, Kürtler ve Türkler arasında İsa havarileri gibi olmalılar, doğru siyaset budur. Açık olacak, insanları sevecek, kucağını açacak, herhangi bir siyasi menfaatten dolayı kimseden nefret etmeyecekler. AKP de aynı şeyi yapmalı, DTP de. Bağnaz, tutucu yanlarını bırakmayana kadar kimseyi ikna edemezler, birçok Kürdü de ikna edemezler.
Ses tellerimden ameliyat oldum
- En son ne zaman albüm yaptınız?
- Ben hiçbir zaman rahat duran biri değilim ama durur beklerim, ortamı dinlerim. Bir yere dolan su gibi, kaynak doluyor, sonra akıyorum. Ama doğrudur, beş sene oldu albüm yapmayalı. Depresyona girdim bu ara...
- Neden?
- Sebepleri değişikti. Çok saldırıya uğradım, başıma acayip şeyler geldi, bunlarla mücadele ettim. Sanatımı tekrar etmek istemedim, daha güçlü, destansı şeylerle ortaya çıkmak istedim, yenilik yapmam gerekiyordu. Bir ara sesimde de rahatsızlık ortaya çıktı.
- Gırtlak kanseri olduğunuz söylendi...
- Allah göstermesin, kanser olsam böyle mi konuşurum? Kolit adı verilen, fazla sıkıntı, yorgunluk ve depresyon yüzünden ses tellerinde oluşan bir rahatsızlığım vardı, ameliyat oldum. Bir yıla kadar yeni albümü çıkarırım.
Prenses Diana çok istedi görüşemedik
- Hiç pişmanlığınız var mı?
- Türkiye konusunda hiçbir şeyden pişman değilim. Çünkü benim amacım bu yıkılmaya, yok edilmeye çalışılan dilin güzelliğini göstermekti. Bunu da burada yapabildim. Pişman olduğum şey ne biliyor musun? Önüme dünya sanatçılarıyla birlikte bir şeyler yapmak anlamında müthiş imkanlar çıkmıştı...
- Kimlerle mesela?
- Peter Gabriel, Tom Jones, Sting, Chris De Burg, Gipsy King, bir sürü Alman sanatçısı, Fransız sanatçısı, Latin Amerikalılar. Hepsinden teklif geldi ama ben boşverdim. Hep Kürt davasıyla ilgiliydim, Kürtler büyüsün, Kürtler gelişsin derdindeydim. Bu konuda pişmanım; en azından Sting'le bir şeyler yapabilirdim. Tom Jones bile hayran kaldı, "Seninle sesimiz birbirine çok yakın" diyordu, ben "Bu adam ne istiyor benden" deyip geçiştiriyordum.
- Pek çok ülke lideriyle de ilişkiniz vardı bildiğim kadarıyla...
- İsveç Başbakanı Olof Palme, Çekoslovakya Başkanı Havel, John Major, Fransa Cumhurbaşkanı Mitterand, Avusturya Cumhurbaşkanı Dr. Fischer'la tanışıp, konuştum. Prenses Diana da Londra'daki konserde çok yakın ilgi göstermişti.
- Heyecanlandırmadı mı sizi Diana?
- Çok heyecanlandım, sarıldı, "Sizi çok beğeniyorum, probleminizi biliyorum" dedi. "Güzel kraliçem, her ülkeyi ziyaret ediyorsunuz ama Kürt bölgesine hiç gitmediniz" dedim, "Gideceğim, söz veriyorum" dedi. Benimle bazı çalışmalar da yapmak istedi, davet etti ama sol grupların eleştirisi bitmiyordu, 'emperyalistler bizi satın alacaklar' diye tutturuyorlardı. Acayip şeyler başıma geldi. Başlarda Amerika'ya, Avrupa'ya bakışım başka türlüydü, 'ne gidip dünya emperyalistleri ile türkü söyleyeceğim' diye hınç vardı içimde. Sonra o kadar şey öğrendim ki...
Makbul olan beni sanatçıların çağırmasıydı
"Türkiyeli sanatçılar bugüne kadar cesaretli davranmadılar. Ben hep zulme karşı türkü söyledim, gerçekler uğruna sazımı çaldım, hareket ettim. Kimse derin şekilde düşünmedi, haklılığımı görmek istemedi. 'Bu devlete karşı hiçbir şey olmaz' dediler, oturdular. Beni ne zannettiler bilmiyorum! Yani Şivan Perwer'i bu insanların, Kürt-Türk sanatçıların, aydınların Türkiye'deki sivil toplum kuruluşlarının çağırması gerekirdi TRT yerine, devlet yerine. Makbul olan bu değil miydi? Birçok sanatçı demokratik açılımlara öncülük yapabilirdi. Bülent Ersoy kadar cesaretli olamadılar.
Sezen de korkağın teki
- Türkiye'de Kürt kökenli bir sürü sanatçı var. Bu isimlerle ilişkiniz nasıl, onları kendi ülkesinin gerçeklerine ne kadar yakın ya da uzak buluyorsunuz?
- Türkiye'deki Kürt sanatçılar ya Türkçe söylüyor, ya Kürt sanatsal değerlerini Türkçe'ye çevirip kullanıyor. Bunların hepsi sistemin çarkına girmiş, aynı kalıplaşmış düşüncelere inanan insanlar. Bunların Kürtler'e bakışı tamamen sıfır, korkuyorlar, hatta Kürtler'e karşılar! Ahmet Kaya linç edilmek istenirken o salonun yarısı Türkse, yarısı da Kürt'tü.
- Ve kimse sesini çıkarmadı...
- Sesini çıkarmayı bırakın karşısında oldular! Bir sürü sanatçı sahneye çıkıp, faşist marşlar söyledi, tabak fırlattı. Kürt sanatçıları o hale geldi işte; İngilizler'le düet yaparlar, Yunanlılar'la kardeşlik, barış şarkıları söyler, konserler verirler ama Kürt sanatçısıyla yan yana gelmezler asla.
- Düet yapmak istediğiniz bir sanatçı var mı?
- Benim hiçbir Türk sanatçısıyla düet yapma isteğim yok.
- Sezen Aksu ile istemiştiniz bir ara?
- Hayır, Sezen de korkağın teki! Bir barış projesinde Sezen'in de olması için teklif gönderdik ama yaklaşmadı bile, reddetti. Yani Kürt sanatçılarından daha cesaretli, demokrat, ilerici görünen Sezen bile Kürt meselesinden kaçtı. Bir tek Sertab Erener cesur çıktı, bir ara 'olabilir görüşelim' dedi. Sezen, Zülfü Livaneli gibi isimler kendini demokrat gösteren insanlar bir de! Peki ben şimdi hangi Türk sanatçısına yaslanacağım, güveneceğim? Yok! Türkçe şarkı okuyan Kürt sanatçıları ise zaten kendi öz değerlerinden kopmuş, Kürt kültürü umurlarında değil, sadece meşhur olmak, para kazanmak sevdası içindeler, yeri geldiğinde Kürtlüğe küfretmekten de çekinmezler.
Şu anda gelirsem çatışırız
- Nasıl gelmek isterdiniz Türkiye'ye?
- Benim hayalim ne biliyor musun? Pohpohlamak, yüceltilmek değil. Beni seven bir halk var, benden umut alan, moral alan, benden büyük beklentisi olan bir halk...
- Büyük bir halk konseri mi istediğiniz?
- Konser önemli değil ki, ben dünya festivallerine katıldığımda yüz binlerce insan geliyor. Benim hayalim, önce bu ülkenin antidemokratik, korku ülkesi olmaktan çıkması, bir şekilde demokratikleşmesi. Şu anda gelirsem, çatışırız. Çünkü ben sadece sanatçı değilim, ben bir haykırışım, bağırışım, bir umudum.
- Dört-beş yıl önce Aktüel'e verdiğiniz röportajda 'Dolmabahçe'de konser vermek istiyorum' demiştiniz. Fikir mi değiştirdiniz?
- Beni ben olarak kabul ettiklerinde eğer türkülerimi söyleyebiliyorsam, Türkler, Kürtler beni birlikte dinlemeye gelebiliyorsa, alkışlayabiliyorsa neden olmasın! Dolmabahçe'nin bir kötülüğü yok, o bir mekandır sonuçta. İnsanlar birbirlerini seviyor, saygı gösteriyor ve kabul ediyor demektir o zaman...
- Peki bunun gerçekleştiğini varsayalım, Diyarbakır'da mı, İstanbul'da mı nerede insanları buluşturmayı hayal ederdiniz?
- Nerede insanlar türkülerimle uyanmış, sevmiş, bilinçlenmiş, düşmüş, ağlamışsa ben oraya giderim. İstanbul'u severim, İstanbul çok güzel, insanları güzel, o başka bir şey ama ben doğduğum toprağa giderim. Kalktığım yere tekrar düşerim. Ya Diyarbakır'a, Batman'a, ya Urfa'ya, Mardin'e, Van'a, ya Hakkari'ye giderim. Ben oradan gelmişim, oradaki insanlar beni Şivan yapmış.
- Peki birinin aracılık etmesi mi lazım? Başbakan'ın, bir bakanın özel çabası mı şart, ne olmalı sizin gelmeniz için?
- Önce şu var; benim gelmem ne kadar önemli? Kürtler için tabii ki önemli ama Türkler için önemi var mı bunun? Türkiye'nin değişmesi için benim de katkım olabilir mi? Yani benim bu kadar yıl dışarıda kalmamın sebebi, Türkiye'nin aynı statükoyla devam etmesiydi. Ben bu kadar yıl sonra dönebiliyorsam bu statüko değişmiş mi demektir? Türkiye bazı açılımlarda bulunabilecek mi? Çünkü ben Türk kanunlarına göre yasak bir adamım ve çoğu kere türkülerimden dolayı insanlar yakalandı, tutuklandı, işkenceye alındı, kimisi öldürüldü.
- Peki TRT'nin davetini kabul etseydiniz nasıl girecektiniz? Bunu konuştunuz mu hiç, nasıl bir formül önerdiler?
- Bu kadar uğraştıklarına göre, beni içeri sokabilme imkanını bulmuşlardı, yetki verilmişti demek ki. Fakat nasıl olacaktı bilemiyorum.
Türk devleti Kürtçe kanal açmasa da olurdu!
- Kaçıp gittiğiniz ülkeye, üstelik devlet kanalı TRT'nin açılışına katılmak üzere davet edildiniz 33 yıl sonra. Bu ironik durum size ne hissettirdi?
- Şimdi her şeyden önce Kürt toplumunun çok mükemmel değerleri var; tarihsel, toplumsal, kültürel güzellikleri var. Bu toplum da artık globalizmle birlikte bilinçlendi, bilgisi gelişti, kendi başına televizyon kurabilecek hale geldi. Bir sürü Kürt televizyonu var şu anda. Türk devleti yapmasa da olurdu! Çünkü Kürtler sadece Türkiye'de değiller; 12-13 milyon kadar Kürt İran'da, 5-6 milyon Kürt Irak'ta, 3-4 milyon Kürt Suriye'de. Sadece Almanya'da bir milyondan fazla Kürt var. Bugün dünyada 50 milyondan fazla Kürt var; küçük bir millet değil. Öyle devletlerin hesapladığı gibi yok olacak bir millet değil. Haa, şimdi ne oldu? Türkiye 85 yıl boyunca bunları hesaplamadı, inkar etti, yasakladı. Türkiye Türklerindir, 'tek dil, tek ülke, tek halk' dedi! Yahu seninle birlikte savaştım, Türklüğün korunması için elimden geleni yaptım. Madem kardeşiz, sen niye kardeşini yok etmek istedin durdun?
- Bu anlattığınız fotoğraftan yola çıkarak soruyorum; TRT'nin Kürtçe kanal açması, geri adım attığını göstermiyor mu?
- Ben atılan her adıma değer veririm, emeğe saygı gösteririm. Eğer devlet bile bir kanal açmışsa ve gerçekten Kürt kültürüne, sanatına, diline değer veriyorsa kötü konuşmam asla. Türkiye'de en az 30 milyon Kürt var...
- Peki bunun samimi olduğuna inanıyor musunuz?
- İşte asıl nokta bu; eğer devlet samimiyse, önce Anayasa'da bazı şeyleri değiştirir!
- Neleri?
- Mesela TRT 6'da Kürtçe konuşuluyor ama başka yerde konuşulduğunda cezalandırılıyorsun! Hala çocuklarına Kürtçe isim verenler cezalandırılıyor. Böyle bir kanalın birden bire ortaya çıkması, çok kişiyi şaşırttı. Tamam ilk olarak benimle ilişki kuruldu, kanalın yöneticileri geldi uzun uzun konuştuk ama samimi gelmedi bana. Çünkü yıllardır kanun nezdinde konuşulan bir meseleydi Kürt dili; önce kanunlar sınır çiziyordu, o sınır dışına çıkan her şey de soruşturuluyordu. Yani kanunların önce izin vermesi gerekiyor.
- TRT Şeş'in açılışında Yasaklı türkünüz Mıhemedo seslendirildi Rojin tarafından. Ne hissetiniz devlet kanalı TRT'de bu olunca?
- Benim türkülerim bir sürü sanatçı tarafından söyleniyor ama tabii TRT kanalının benim şarkımla açılması çok derin bir duygu yarattı bende.
- Bir şeyler değişebilir duygusu mu?
- Elbette. En azından Türkler tarafından da bana karşı bir sevgi beslendiğini gördüm, beni düşündüklerinin farkına vardım, biraz da acıdıklarının farkına vardım o kadar yıl dışarıda kalmamdan dolayı. Bunun sebeplerinin ne olduğunu konusunda düşündüler en azından, bu önemli.
- Peki bu kanal en azından ortamı yumuşatır, Kürt diline olan duyarsızlığı, ilgisizliği bir parça azaltır hissiyatı yok mu içinizde?
- Ben beklenti içinde değilim, yani 'ah keşke olsa' demiyorum. Böyle bir şey olması iyidir, en azından Türkler, Kürt diliyle ne kadar güzel türkülerin söylendiğini, çoğu Türkçe türkünün Kürtçe'den alındığını görecek, 'ne güzel bir dil' diyecek belki.
- "Ülkeme dönüşüm TRT için olmayacak" dediniz...
- Beni bir tek TRT çağırmadı ki! AKP kaç kez seçim propagandası için çağırdı, çeşitli sol kesimler çağırdı, ki bugün Ergenekon soruşturmasında adı geçenlerdi! Çok zengin Türk-Kürt mafyası da çağırdı, bir sürü şehrin belediye festivalleri de. Yıllardır davet ediliyorum, sadece bugün değil.
- Niye reddettiniz hepsini?
- Ben hiç kimseyi bu konuda samimi bulmuyorum! Ya Nazım Hikmet gibi birini, dünyanın tanıdığı şairi aforoz ettiler. Şimdi kabul ediyorlar, mezarını geri getirmek istiyorlar. Yılmaz Güney gibi değerli birini... Ki dünyaya onun gibi biri bir daha gelmez. Ahmet Kaya'yı... Türkler için müthiş bir sanat üretti, özgün sanat Ahmet'le başladı. Ahmet küçücük bir şey söyledi sadece; 'Kürtçe klip çekeceğim' dedi, aforoz ettiler ve kahrından öldü.
Konserim basıldı kaçmak zorunda kaldım
- Dönüm noktası neydi, ne oldu da yurtdışına çıkmaya karar verdiniz?
- Artık durum o kadar sıkıcı hale gelmişti ki... Yanımda yürüyeni bile yakalıyorlardı. Burada yaşayamaz duruma geldim. Konserlerimi düzenleyenler yakalandılar, yıllarca hapis yattılar, bazıları şehit oldu. Gerçekten müthiş bir fedakarlık gösterdiler benim ele geçmemem için, beni vermek yerine kendilerini ele veriyorlardı. Onlara çok şey borçuluyum. En son ODTÜ'de verdiğimiz bir konserde acayip kargaşa çıktı. Polis beni istedi, öğrencilerle polis çatışmaya başladı. Arkadaşlarım beni kaçırdı yine ve 76 yılında Almanya'ya kaçtım sonuçta.
- Sahte isimle çıktınız herhalde!
- Tabii. Arkadaşlar 'kal' dedi ama o kadar fedakarlık gösteren insanları nasıl yalnız bırakıp, burada yaşayacaktım? İki ay sonra döndüm. Viranşehir'e gittim, baktım her yerde ben konuşuluyorum, her tarafta benim kasetim ama insanlar beni gördüğü zaman titriyor, korkuyor, benimle görüşmek istemiyor. Artık barınamazdım topraklarımda. Türkiye'den de çıkamıyorum! En son tanıdıklar beni mayınların arasından Suriye'ye geçirdi, üç ay Şam'da kaldım, sonra tekrar Almanya. Geniş bir Kürt kitlesi vardı Almanya'da, kalmaya karar verdim. Dil okuluna yazıldım Hayderberg'te, Almanca öğrendim. Kürt müziğiyle ilgili inceleme yapıp kitap çıkarmak isteyen bazı Alman profesörlerle karşılaştım, onlarla yaşadım, üniversitede bir yıl müzik bilimi okudum onların yardımlarıyla. Sonra Köln Üniversitesi'nde müzik araştırmaları bölümünde okudum üç yıl. Kürt meselesi çok tartışılmaya, gelişmeye başladı, gezmem dolaşmam gerekti, tabii okulu bitiremedim.
- Hiç düşündünüz mü o gün çıkıp gitmeseydiniz, hayatınız nasıl olurdu?
- Hiç bilmiyorum; ya hayatım bitecekti ya da herhangi bir şekilde ceza, işkence, hapis olacaktı, boğazımı sıkacaklardı yani. Ama bende bir kudret vardı demek ki, hiç kurban gitmedim! Beni her zaman selamete çıkaran bir güç vardı. Onun için, belki de Avrupa'ya gelmem iyi oldu. Elbette insan kendi halkı içinde olmak ister, ülkesinde olmak ister ama yaşanamaz bir durum var ise, yaşayabileceğin yerde kalmalı ve orada gerekenleri yapmalısın.
- Sonra burada yasaksız, sorunsuz şekilde albümlerinizi çıkardınız. Kaç albüm oldu?
- 30'a yakın.
- Mutlaka çok zordur ama merak ediyorum; 33 yıl dayanmak zor değil mi buna? Ne kadar üzülüp ağladınız, ne hissettiniz o günlerde?
- Bir hayvan korktuğu zaman korunmak için bir yere çıkar değil mi? Korunabileceği kadar durur orada, tehlikenin geçtiğini anladığı an da iner, normal haline dönmeye çalışır. Ama sen dönemiyorsun bir türlü! Bazen sana acı veren şeyleri hatırladığında ağlamak istiyorsun elbette...
- En çok ne ağlattı sizi?
- Annemin ölümü! Ben oradayken öldü annem ama mezarına bile gidemedim. Çok seviyordum annemi, çok fedakar bir kadındı. İki çocuğu ölünce çok acı çekti, hastalandı. Beş-on çocuk büyütmüştü, 36 yaşında öldü. Şu anda bile ağlamak istiyorum. (gözleri doluyor) Mezarını bile ziyaret edemedim.
Yılmam, kendimi kimseye teslim etmem
- Nasıl geçti bu 33 yıl peki?
- Ben ülkemin, halkımın durumuna üzüldüm hep. Başka ülkelere gittim, başka halklarla karşılaştım, hep kibirli, gururlu, modern, 'biz buyuz' diyorlardı. Ama sen 'Kürdüm' dediğinde şahsiyetine değer verilmemiş, acınılan bir portre çiziyorsun. Ben sadece sanatçı değilim; politikacılarla, belli derneklerle, partilerle, Kürtler'le faaliyette bulunan kesimlerle de sağlam ilişkiler kurmaya, onlara hizmet etmeye, konserlerine katılmaya, elimden geleni yapmaya çalıştım. İstedim ki, Kürtler de toplumsal alanda tanınsın. Bir sürü değişik kesim var; başkaları daha fanatiktir, başka tarzları vardır, olabilir ama ben her zaman yumuşak bir üslup kullandım, müziğimle sanatımla yaptım bunları. Keskin, fanatik düşünen kesimlerden çok baskı da gördüm...
- PKK'lılar konserlerinizi basıyordu sürekli...
- Konserler basılıyordu, insanların gelmemesi için uğraşılıyordu, milletin gözünden düşürmek için antipropaganda yapılıyordu.
- Sırtınızı kimselere dayamadan, kimsenin siyasetine alet olmadan bu kadar yıldır müzik yapmanın sırrı nedir? Hem de ülkesinden bu kadar uzakta!
- Doğrudur, hiçbir zaman bir siyasete dayanıp yapmadım sanatımı. Şunu biliyorum ki; kimse başkasının sayesinde bir şey yapamaz ve başaramaz. Yani siyasetin güçlenmesi için sanatı bazen kullanabilirsin. Ama bunun sınırı, insanın iradesine bağlıdır. Güçlü bir iradeye sahipsen...
- Siz iradenizle ayakta durursunuz tamam da, onlar durmanıza nasıl izin verdi?
- Tarih okuyorum, felsefe okuyorum ve biliyorum ki hayat bir mücadeledir. Bu mücadeleyi verirsen amacına ulaşabilirsin. A siyasetine, B siyasetine dayandığın zaman kullanılmış hale gelirsin. İnsanlar egoisttir, siyasetler de, siyasetçiler de egoisttir dolayısıyla. Seni kurban etmek için ellerinden geleni yaparlar. Kurban olmazsın ama onları da ezmezsin, yok saymazsın, güçlendirmeye çalışırsın. Hem bağımsız hareket edeceksin, hem de birlikte. Ben bunu irademle becerdim.
- Hiç tehdit edildiniz mi?
- Çok kez! Saldırıya da uğradım fakat bunlar beni yıldırmadı, güldüm geçtim. Konserde bakıyorum, bir kargaşa var, kavga var, ben türküme devam ediyorum. Biliyorum biraz sonra duracak ve pişman olacaklar. Bir mücadele anında sabırlı, tahammüllü ve iradeli davranamazsan ayakta kalamazsın. Bunların olacağını biliyorum çünkü Kürtler arasında öyle kardeş kavgaları oluyor ki, bazen yüzlerce insan da ölüyor.
- Hiç 'döneyim' duygusuna kapıldığınız olmadı mı?
- Ben çok inançlı bir insanım; yılmam, kendimi kimseye teslim etmem. Başımı da kesseler, düşüncelerimden vazgeçmem, taviz vermem. Eğer ben Türkiye'de yaşayamıyorsam burada faydalı olmalıyım.
Hiçbir sanatçıyı ziyaret etmem!
- Bir tek Kardeş Türküler'le ortak bir proje yaptınız 2000 yılında, değil mi?
- Haa bak, bunlar güzel insanlar. 'İstisnalar kaideyi bozmaz' derler ya, var öyleleri. Arif Sağ güzel bir insan, içinde insan sevgisini taşıyan biri. Ahmet Kaya öyleydi, Kardeş Türküler öyledir.
- 'Türkçe şarkı söyleseydi, Türkiye'nin bir numarası olurdu' derler sizin için. Bu gerçek bir tarafa, hiç Türkçe söylemediniz mi?
- Ben şu anda uluslararası alanda tanınan bir sanatçıyım, Türkiye'yi geçmişim! 'Türkiye'de de bir numara olayım' diye bir olayım olmadı. Bazen konserlerde söylüyorum Türkçe. İngilizce, Almanca, Arapça da güzel söylerim.
- İbrahim Tatlıses'in sizin bazı şarkılarınızı söylediği ama telif ödemediği, sizin onu mahkemeye verdiğiniz haberi doğru mu?
- Evet verdim, beş sene önceydi. Bir Peşmerge türküm vardı, onu Zurnacı İbo Dayı diye çevirmişti, bir de Cane cane türküsü. İbo para kazanmak, sevilmek, kabul edilmek için herkesin türküsünü okur, sadece benim değil. Bunlar emek saymayan, emek üzerine oturan kişiler. Benim derdim sadece birini mahkemeye vermek de değildi, çünkü mahkeme meselesi gündeme gelirse Türkiye'deki tüm sanatçılar suçlu çıkar! Bunlar yıllardır Kürtler'e ait olan pek çok türküyü anonim diye okuyor ya da kendilerine mal ediyorlar. O yüzden bir gün gelsem Türkiye'ye hiçbir sanatçıyı ziyaret etmem, asla! Çünkü ben 33 yıldır kimsenin bir gün gelip de beni sorduğunu, 'merhaba' dediğini duymadım. İbo benim hemşehrim üstelik. Benim düşüncelerimi paylaşmayabilir ama bir insanım.
Şirin SEVER
Kaynak:
http://arsiv.sabah.com.tr/2009/02/01//haber,5811224B8F3D472090713DCF2E0E852E.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlama biçimi kutucuğundan Adı/Url 'yi seçerek, isminizi ve dilerseniz mail veya site adresinizi yazıp yorumunuzu gönderin. Yorumunuz Editör onayından geçerse yayınlanacaktır. Küfür, Hakaret, İftira ve SİYASİ içerikli yorumlar ve Adı Soyadı belirtilmeyen yorumlar yayınlanmıyacaktır. Surgucum