16 Mart 2009

Hollywood'un seslendirme ideolojisi

http://medya.zaman.com.tr/2009/03/16/aslankral1.jpg
George Bernard Shaw'ın Pygmalion isimli eserine dayanan My Fair Lady [benim güzel leydim] isimli hiciv içerikli müzikal filmde, dilbilimci Henry Higgins bir arkadaşıyla bahse girer. Eliza isimli kaba saba bir çiçekçi kızı altı ay içinde bir hanım efendi olarak eğitip üst tabaka insanların arasına rahatlıkla karışabilecek hâle getirecektir. İyi bir bakım ve yeni kıyafetlerden sonra Higgins Eliza'yı eğitmeye başlar. İlk yapılacak iş, kızın avam ağzıyla konuşmasını düzeltmektir, zira Higgins'e göre sınıf farkının en belirgin unsuru diksiyondur. Seçkin bir dille konuşmaya başladıktan sonra çiçekçi kızın herkesi rahatlıkla aldatabileceğine ve kimsenin onun alt sınıftan olduğunu fark etmeyeceğine emindir.

Dil ve kimlik münâsebeti üzerine biraz düşündükten sonra, Higgins'in tamamen de haksız olduğunu söylemeyiz, zira kullandığımız dil ile şahsî ve sosyal kimliğimiz arasında sıkı bir münâsebet vardır. Columbia ve Sorbonne üniversitelerinde de bulunmuş bir Harvardlı olan David S. Thomson da bu fikirdedir: "Hiç kimse kökenini, hayattaki rolünü ve nihaî planda kimliğini ele vermeden konuşamaz. Zira her ferdin kullandığı dil, davranışını etkileyen sosyal kuvvetler bütününün bir mahsulüdür." Burada Thompson, dil edinme sürecimizi özetlemekte ve insanları konuşma tarzlarına bakarak sınıflandırma fikrinin tamamen yersiz olmadığını teyit etmektedir.

Öte yandan, bizim de diğer insanların gözünde nasıl algılandığımız, yani algılanan kimliğimiz de kullandığımız dile göre değişmektedir. Diğer bir deyişle dil, sosyal ve şahsî kimliğimizin bir mahsûlü olduğu gibi, bizim kimliğimiz de dili kullanmamıza göre şekillenip kalıba girmektedir. Çoğu kimse bir insanın konuşmasını duyar duymaz, otomatik olarak o kişi hakkında müsbet veya menfî bir kanaat geliştirir. Tutumlar ve Dil isimli eserin yazarı olan Colin Baker'e göre insanların duydukları aksanlar ve o aksanlarla konuşan kişilere karşı tutumları, standart kabul edilen dili konuşan insanların diğerlerine göre daha akıllı, iyi görünümlü ve maddî refah seviyesi yüksek olarak algılandıklarını ortaya koymaktadır.

Yine de insanların aksanı ile şahsî ve sosyal kimlikleri arasında daima paralellik yoktur. Dahası, insanların kullandığı dilin karakteristik özellikleri, etnik ve sosyal aidiyet eksenli stereotip [peşin hükümlerle sınırlı basmakalıp insan tipi] telakkisi inşası adına kullanıldığında, mesele ciddî ehemmiyet kazanmaktadır. Çoğu animasyonda, dil varyasyonları genellikle stereotip karakterler oluşturmada kullanılmaktadır. Daha geniş bir çerçeveden bakarsak, yapımcılar dili çocukların zihninde etnik merkezli bir ayrımcılık ön yargısı doğuracak şekilde kullanıp, "öteki" korkusunu körüklemektedirler.

Animasyon filmlerin tabiatından ötürü çoğunlukla tiplemelerin kişilikleri dil üzerinden yansıtılır. Hollywood yapımcıları, istedikleri intibâı verme adına temel olarak iki tür dil varyasyonu kullanır: Yabancı aksanlı İngilizce ve bir de İngilizcenin kendi ağızları. Lakin bu dil varyasyonlarının zatında verdiği mesaj konuşulan kelimelerin mânâsından daha ön plandadır. Zira bunlar standart kabul edilen dilden farklı oldukları için o derece itibarlı olmayıp, daha aşağı görülmektedirler. Josiane F. Hamers ve Michel H. A. Blanc isimli dilbilimcilerin vardığı neticeye göre, "Kabul edilen normdan farklı olan herhangi bir aksan, norm kabul edilen kadar hüsnü kabul görmemektedir."

Bu arada aklımıza şöyle bir soru gelebilir: Eğer bazı insanlar standart aksanla konuşuyorsa, standart aksan nedir? Dubrow ve Gidney'e göre "genellikle sosyal itibar, güç, ve zenginliği elinde bulunduran insanların konuştuğu dil öne çıkmakta ve standart kabul edilmektedir. Standart aksan kabulünün dil bilim kriterlerine göre yapılmayıp, bunun yerine, sosyo-ekonomik statünün esas alındığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Hatta sosyo-fonoloji [sosyal sesbilim] uzmanı Rosina Lippi-Green'e göre aksan 'dışlanma açısından bir mihenk taşı' gibidir. Dolayısıyla aksan sadece bir dil varyasyonundan ibâret olmayıp, konuşan kişinin kimliği hakkında daha derin mesajlar taşımaktadır. Önceki mevzûya dönecek olursak, bu dil özellikleri; tiplemelerin üstün, aşağı, dost veya düşman olmalarını ifâde etmek için kullanılmaktadır.

Pensilvanya Üniversitesi'nden Harold Schiffman, animasyon filmlerin gözden kaçırılmaması gereken diğer bir yanını tespit etmiştir. Schiffman'a göre bazı animasyonlarda kullanılan aksanlar belli bir tesir uyandırmak kastıyla gerçek hayata göre abartılmaktadır. Yani çizgi filmdeki karakterlerin aksanlı konuşmalarının sebebi yabancı kökenli olmaları değildir. Tam aksine, dil varyasyonları söz konusu tiplemenin iyilerden mi yoksa kötülerden mi olduğunu belirtme, yani zihinlerde peşin hüküm inşa etme adına sûiistimâl edilmektedir. Bu fikri destekleyecek müşahhas misaller verebiliriz.

Mesela masalsı bir Arap ülkesinde geçen Alaaddin çizgi filminde etnik stereotipler çok bârizdir. Film boyunca gördüğümüz kötü adamların sakallı, esmer ve sinir bozucu kahkahalar atan tiplemeler olmalarının yanı sıra hepsi de ağır bir Arap aksanıyla konuşmaktadır. Öte yandan sempatik kahramanlar Alaaddin ve Jasmine açık tenli ve güzel olup, daha da ilginci, konuşmaları aynı Amerikalı gibidir. Bu durumu fark eden Güney Koyu İslâmi Birliği eski sözcüsü Yousef Salem [Yusuf Sâlim] bu filmi Araplara karşı ayrımcılık yapmakla suçlamıştır: "Çizgi filmdeki bütün kötü adamlar sakallı, kocaman burunlu, kötü bakışlı, bariz aksanlı ve eli kılıçlı. Alaaddinin ise öyle kocaman değil, küçük bir burnu var. Yabancı aksanı hiç yok. Onu sempatik kılan ise Amerikalı havası verilmiş olması. (...) Arap olduğundan utandığını söyleyen bir kızım var ve bunun sebebi hep böyle şeyler." Lippi-Green'e göre bu gibi tasvirler çocuklara 'insanları konuştukları aksanın temsil ettiği ırk, etnik köken ve anavatana göre değer biçmeyi' öğretir. Seçilen aksanlar ise, kesinlikle tesadüfî değildir.

Peşin hüküm telkin eden diğer bir örnek ise 1994'ün en çok hâsılat yapan filmi "Aslan Kral" isimli çizgi filmdir. Bu filmde asil ve güçlü aslan kral Mufasa düzgün bir Amerikan aksanıyla konuşurken, onu öldürüp kral olmayı planlayan kardeşi kötü kalbli Scar, bariz bir İngiliz aksanıyla konuşmaktadır. Olay Afrika'da geçtiğine ve bu iki karakter kardeş olduklarına göre, her ikisi de aslında aynı aksanla konuşuyor olmalıdırlar. Hâlbuki Jeremy Irons'un seslendirdiği Scar'ın farklı bir aksanla konuşması seyirciye bir mesaj vermeyi hedeflemektedir. Her şeyden önce kötü adam, Amerikalı kahramandan farklıdır. Buna ek olarak Scar'ın kendini beğenmiş tavırları ve etrafındakilere üstünlük taslamasıyla, bütün İngilizlerin züppe olduğu da vurgulanmaktadır.

Aynı çizgi filmden başka bir çarpıcı örnek ise yine aynı ormanda yaşadıkları hâlde farklı aksanlarla konuşan iki sırtlan karakteridir. Pennsylvania Devlet Üniversitesi'nden Henry A. Giroux'a göre: "Aslan Kral'da etnik kökene göre aksan kullanımı gâyet açıktır. (...) Filmde ayak takımını temsil eden Shenzi ve Banzai adlı iki sırtlan, Whoopi Goldberg ve Cheech Marin'in sesleriyle konuşmaktadır. Ve kasıtlı olarak seçilmiş aksanları da kentlerde yaşayan siyahî ve latin kökenli gençlerin konuştuğu dili yansıtmaktadır."

Bu meyanda bir diğer örnek de Hanım Efendi ve Serseri'dir. [Lady and the Tramp] Bu filmde Siyam kedileri; ellerinde tuttukları çubuklar, kafalarındaki orkestra zilleri ve tabii ki bâriz aksanlarıyla Doğu Asyalıları temsil etmektedir. Gayri ahlâkî bir yaklaşımla Asyalılar; uğursuz, kurnaz, sûiistimâlci ve hâin olarak resmedilmiş, Amerikalı'ların "Sarı Tehlike" tâbir ettiği Asyalılara duyulan peşin hüküm telkin edilmiştir. Bunlara ilâveten Peter Pan ve Pocahontas gibi çizgi filmlerde de Amerika yerlilerinin vahşiler olarak tasvîr edilmesini es geçmemeliyiz.

Peşin hükme yol açan tiplemeler sadece çizgi filmlerle sınırlı olmasa da, verdiğimiz örnekler çocuklara hitap eden bazı yapımlarda karşılıklı kabul ve diyalog yerine 'öteki' korkusu telkin edildiğini fazlasıyla ispatlamaktadır.

Netice itibârı ile çocuklar zihinlerine ve şuuraltlarına sızan yersiz ön yargılarla yetişmektedir. Peki, ama bu ön yargıların ucu nereye varmaktadır? Zararlı neticeleri olan bu stereotip telâkkisi, Stuart Price'nin tanımına göre "Belli bir gruba ait kişilerde olduğu düşünülen menfî özelliklerin, haklı veya haksız yere o gruptan olan herkese atfedilmesidir." Ayrıca Ron ve Suzanne Wong Scollon'a göre stereotip inşasının sosyal ve siyasî maksatları da vardır. Kültürlerarası İletişim isimli kitaplarında şöyle yazmışlardır: "Grup özellikleri sadece aşırı genellenmekle kalmayıp, aynı zamanda abartılı derecede müsbet veya menfî değerlere çekilirler. Sonra da bu değerler ilgili gruplarla sosyal veya siyasî ilişkilerde argüman olarak kullanılır."

Maalesef çocuklar çok genç yaşta peşin hükümler edinmekte, kafalarında şekillenen imajlar hayatları boyunca perspektiflerini etkileyebilmektedir. Aslında sadece menfî yöndeki değil, müsbet yöndeki peşin hükümler de zararlıdır. Daha masum görünmesine rağmen, böyle bir sınıflandırma telakkisi de diğer insanlara bakışımızı sınırlandırır ve gerçeği çarpıtır. Bütün bunlar göz önüne alındığında, stereotipler bizi "ötekilere karşı kör" hâle getirmesinin yanı sıra, iletişimi ve karşılıklı hoş görüyü baltalamak suretiyle kültürlerarası diyalog anlayışımızı daraltmaktadır" (Scollon, s.169).

Çocukların zihninde "öteki" hakkında peşin hüküm uyandırmanın yanı sıra bahsettiğimiz türden yapımların diğer bir menfî tesiri de, aksanlı konuşan çocukların komplekse kapılmasına sebebiyet vermesidir. Lippi-Green'in bir çalışmasına göre, standart İngilizceyle konuşan tiplemelerin % 73,5'u müsbet, sadece %19,9'u menfîdir. Öte yandan, yabancı aksanıyla konuşan tiplemelerin ise sadece %37'si müsbettir. Elimizdeki bu bilgi, aksan seçiminin kasıtlı olduğunu ispatlar mahiyettedir.

Çok ilginçtir ki, Amerika'nın dış politikaları ile kötü adamların aksanları arasında dikkate şâyan bir paralellik vardır. "İyi, Kötü ve Yabancı: Çocuklara Yönelik TV Animasyonlarında Dil Kullanımı" isimli makaleye göre, 90'ların sonlarında animasyonlardaki kötü adamlar soğuk savaş ve ikinci dünya savaşındaki tarafları yansıtan bir tarzda Rus, Doğu Avrupalı veya Alman aksanıyla konuşmaktaydı. Bahsettiğimiz Siyam kedilerinin piyasaya çıkması ise 1955'te, yani Kore savaşından kısa süre sonraydı. Günümüzde ise Araplar, hatta genel mânâda Müslümanlar, aynı ideolojik stratejiden nasibini almaktadır. Bir Film Nasıl Okunur adlı eserin yazarı James Monaco, filmler ve siyâset arasındaki münâsebet üzerine ilginç tespitlerde bulunmaktadır. Geri plandaymış gibi görünse de her filmin siyasete bakan bir yanı olduğunu vurgulayan Monaco, filmin gücünün gerçeği yeniden yorumlayıp kendine has bir fantazi üretmesi ve nihayetinde bunu gerçekmiş gibi kabul ettirmesinde olduğunu belirtir. Yapımcılar filmlerin işte bu husûsî gücünü, öteki korkusu geliştirmede ve bunu körüklemede kullanmaktadır. Bu görüşü paylaşan Lippi-Green'e göre: "Çizgi filmlerdeki dil eksenli stereotipleri uzun vâdede inceleyen bir çalışma, Amerikan toplumunun korkularının değişim sürecini aynen yansıtacaktır."

Bu tür yapımlardan farkında olmadan etkilenen çocuklar, "öteki"lere karşı peşin hükümlü olup onları bir tehlike olarak görmenin yanı sıra, giderek daha bağnazlaşan etnik merkezli bir anlayış geliştirecektir. Böyle bir anlayış diğer insanlarla empati kurmaya ciddî bir engeldir. Bu durum sadece fertler arasında değil, farklı milletler arasında da bir kültürel diyalog kopukluğuna yol açacaktır.

Çizgi filmlerdeki çarpıtılmış "öteki" imajını bu kadar tehlikeli kılan şey ise, film endüstrisinin çoğu çocuk için başlıca sosyalleşme unsurlarından biri olmasıdır. Gerçek hayatta genellikle çocukların farklı kökenlerden insanlarla bir araya gelme imkânı yoktur. Dolayısıyla da taşıdıkları fikirlerin çoğunu seyrettikleri filmlerden edinirler.

Diğer bir mesele ise, çocukların seyrettikleri şeylere temkinli yaklaşmamalarıdır. Başka bir deyişle, gördüklerine sorgulamadan inanırlar ve saf zihinleri, mâhiyetini yapımcıların belirlediği çarpıtılmış bilgilerle dolar. İstatistiklere şöyle bir göz atmak, animasyon filmlerin tesirinin ne kadar büyük ve geniş çaplı olduğunu ortaya koymaktadır. İnternet film veritabanına göre, Alaaddin, Aslan Kral, ve Güzel ve Çirkin gibi yapımlar, gişe hasılatı açısından en kârlı 100 film arasındadır. Kiralanan filmler ve bilgisayar oyunları da hesaba katıldığında karşımıza muazzam rakamlar çıkmaktadır. Maalesef bu hayal dünyasının ardında ise, genç seyircileri vahim bir gerçek beklemektedir.

Bu konuda özellikle dikkat etmemiz gereken bir husus, söz konusu tehlikelerin sadece İngilizce çizgi filmlerle sınırlı kalmadığını, taraflı yapımların hepimizin çocuklarını tehdit ettiğini unutmamaktır. Bir filmde kullanılan kelimeler veya kahramanların değer yargıları gibi unsurlar, çok sakıncalı bilinçaltı mesajlar verebilir. Meselâ: Ülkemizde sıklıkla gösterilen "Şirinler" adlı çizgi filimin senaristi bu çizgi filmi komünizmi sevdirme gâyesiyle yaptığını söylemektedir. Hâl böyle olunca konunun ne derece önem arz ettiği biraz daha anlaşılabilir. Çocuklarımızın severek seyrettiği dizilerde başroldeki oyuncuların zinaya sıradan bir hâdise olarak yaklaşması, dindar insanların câhil olarak resmedilmesi gibi farklı mesajlar bulunabilir. Söz konusu senaryo ister bir mâcera ister bir komedi olarak cereyan etsin, gizli mesajların uzun vâdedeki tahribatı sandığımızdan daha ağır olabilir, hiç farkında olmadan bizi kendi değerlerimize yabancılaştırabilir. Bahsettiğimiz meselelerin ortaya koyduğu tablo, kendimiz olma, kendimiz olarak kalma adına teyakkuzda bulunmanın, çocuklarımızın mâruz kalabileceği mesajlar adına fevkalâde hassasiyet göstermenin ehemmiyetini bir kere daha hatırlatmaktadır.
www.zaman.com.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlama biçimi kutucuğundan Adı/Url 'yi seçerek, isminizi ve dilerseniz mail veya site adresinizi yazıp yorumunuzu gönderin. Yorumunuz Editör onayından geçerse yayınlanacaktır. Küfür, Hakaret, İftira ve SİYASİ içerikli yorumlar ve Adı Soyadı belirtilmeyen yorumlar yayınlanmıyacaktır. Surgucum