13 Kasım 2007

RESİMDEKİ ÇOCUK.

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Geçen gün yolda simitçi bir çocuğa rastladım. İsmi Ali, biraz muhabbet ettik, hayata dair. Gözlerinin içi gülüyordu, sattığı simitlerin içine çocukluğunu, su gibi temiz duygularını ve küçük dünyasını da sunuyordu. Konuştukça uyumuş ve belki de kaybolmuş duygularımı hissettim. Kendi çocukluğumu da içine katarak onun gibi düşünmeye, onun gibi görmeye çalıştım dünyayı. Manzara güzel olduğu kadar ürkütücüydü. Güneydoğuda çocuk olmak, istenilmeyen bir sorumluluğu kabul etmek kadar acı veriyordu. Şu an aldığımız nefesin, bir dakika öncekinden farklı bir tat verdiği bu değişim hızında, galiba değişmeyen tek şey YOKSULLUKTU. Ali'; nin anlattıklarını bu coğrafyada yaşamış, aynı havayı teneffüs etmiş, aynı kaderi paylaşan insanların ortak kaderi olduğunu ve bu kaderin her geçen gün katmerleşerek arttığını görmek istenmezse de düşünmeye sebep oluyor. Ali nin ne farkı vardı Avrupa';daki çocuktan, neden farklı hayaller yüklenmişti beynine. Neden, neden diye başlanmak gerekiyordu her şey. İsrafın bu kadar fazla olduğu, paylaşımın adil olmadığı bu dünyada yapılacak bir şeylerinde olduğunu düşünüyorum. Belki içinde bulunduğumuz ekonomik durum çocuklarımızı çalıştırmaya itebilir, ama çalıştırmak zorunda kalsak bile küçücük yüreklerindeki kocamam hayallerini zedelememek gerekir. Ali gibi resimleri ülkenin her köşesinde görmek mümkün, bu mümkün zorunluluğu ile ne yapabiliriz, küçük yüreklerin zarar görmemesi için ne yapabiliriz ona bakmak lazım. Bu konuda her zaman dile getirdiğim gibi samimiyetsizlik diz boyu. Kendi çocuklarımız diyoruz, ama bu sadece dilde kalıyor. Toplum önünde yapılan toplantılarda başta yöneticiler olmak üzere elimizi o çocukların başına sürerek sahte tebessümlerde bulunmaktan öteye gitmiyoruz. Aslında bu yaptığımız o çocuğun sıkıntılarını paylaşmaktan öte kendi duygularımızı bastırmaya yönelik, yani iyiliği yine her zaman ki gibi sadece kendimize yapmış oluyoruz. Bizim çocuklarımız diyoruz ama evimizdeki, nüfusumuza kayıtlı olan çocuklarımızla aynı kefeye koymuyoruz, aynı muameleye tabi tutmuyoruz. Gerçi bu bozuk dünya düzeninde kendi çocuğumuz gibi algılamamız zor, bunu da beklemiyorum ama en azından çocuklarımız diye hitapta bulunmayalım. Çocuklarımız deyip duygularımızı veya toplum vicdanını rahatlatma adına kullanmayalım. Madem ki sosyal devlet diyoruz; Devlet bir şey yapmalı, madem ki merhametli toplum diyoruz; Toplum bir şey yapmalı. Madem ki her şeyi kendimiz için yapıyoruz, bunu da kendimiz için yapıyormuşuz gibi algılanmalı. Belki kimse tehlikenin farkında değil ama unutmayalım ki o çocuk itilip atıldıkça bir gün muhakkak evdeki çocuğumuzun veya bizim önümüzü kesip hesap soracaktır, zarar verme adına bir şeyler yapacaktır. O zamanda sakın demeyelim bu insanlara ne oluyor. Bir şey yapmadığımız sürece, katkı sağlamadığımız sürece bu olacaktır, intikam, kin ve nefret ile yetiştirdiğimiz bir toplumun yaratıcıları olarak Malatya'; daki, İstanbul'; daki, Trabzon'; daki olayları hayretle izlemeyelim bunun sorumlusu o çocuklar kadar bizlerde sorumluyuz.. Acaba Ali'; yi bir daha nerde ve nasıl görecem korkusunu yaşamaya başladım bile, Ali nerde beni kıstıracak? Hesabı soruş şekli nasıl olacak? Korkusunu ve sorumluluğunu yaşamalıyız. Ali nin yaşamış olduğu sıkıntıları, ailesinin inanılmaz acılarını buradan anlatmaya gerek duymuyorum. Ki bir çok çoğunun sıkıntıları ortak, bu topraklarda yaşayan her kes Ali nin sıkıntılarını tahmin etme adına bir şeyler biliyordur. Küçük Ali üzerimde bıraktığı etki ile şu mısraları yazmama sebep oldu;

Ağlayabilseydim eğer,
Silmezdim göz yaşlarımı, akıtırdım derinlere.
Toplamazdım onları düştükleri yerden, Gizlemezdim hediye kutularına.
Harcardım hesapsızca, umarsızca.
Bir çocuğun ürkek bakışı, Bir kadının vicdan haykırışı,
Bir yaşlının korkak adım atışı için harcardım göz yaşlarımı.
Beklide dünya barışı için öldürürdüm göz yaşlarımı.
Hıçkırık kullanmazdım ağlayabilseydim eğer.

Bir şeyler yapma adına herkesi çocuklarımız ile ilgili biraz düşünmeye davet ediyorum. Düşündükçe bir şeyler yapma adına muhakkak bir şeylerin olduğunu göreceksiniz. Bunun için mazeretimiz olmamalı, çünkü mazeret uydurma hakkına sahip değiliz. Yapabiliriz,
BİZ YAPMASAK...; KİM YAPACAK.

Şükrü ADANIR
OSGİAD Genel Sekreteri
03.05.2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlama biçimi kutucuğundan Adı/Url 'yi seçerek, isminizi ve dilerseniz mail veya site adresinizi yazıp yorumunuzu gönderin. Yorumunuz Editör onayından geçerse yayınlanacaktır. Küfür, Hakaret, İftira ve SİYASİ içerikli yorumlar ve Adı Soyadı belirtilmeyen yorumlar yayınlanmıyacaktır. Surgucum