Süryaniler, kökenleri 5000 yıl öncesine giden bir toplumdur. Mezopotamya'da yeşeren ve uygarlığın gelişiminde önemli rol üstlenen eski Mezopotamya halklarının yani köklü bir kültürün mirasçılarıdır. Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra, coğrafyayı istila edenlerin baskı ve egemenlikleri yüzünden başlangıçtaki etkinliklerini kaybetmişlerdir. Günümüzde ise dünyanın değişik bölgelerinde dağınık bir şekilde yaşamaktadırlar.
Süryanilerin kökeni ve nerden geldiklerine dair bilinen üç farklı görüş vardır.Bu görüşlerden birisi, Süryanilerin Aramiler'den geldiğini savunan tezdir. Bu tezin dayanağı Süryani halkının Aramca konuştuğu ve bundan dolayı da kökeninin Aramiler olduğunu iddia etmektedir. Süryanilerin kökenine dair ikinci görüş ise Süryanilerin Asurlular'dan geldiğini savunan tezdir. Bu görüşe göre Süryaniler, eski Mezopotamya'da imparatorluklar kurmuş olan Asurlular'ın torunlarıdır. Bu iki görüşün eksiklikleri, Süryanilerin kökenini tüm eski Mezopotamya halklarına dayandığını belirten yeni bir görüş ortaya çıkarmıştır.
Aslında bu farklı görüşlerin önemi, getirdikleri tarihsel açıklamalardan ziyade, bu görüş sahiplerinin Süryaniler için düşledikleri farklı toplumsal modellere sahip olmasındadır. Yani Asur görüşünü savunanlar, Süryanilerin öncelikle siyasal bir toplum olmasını arzu etmekte; Arami görüşünü savunanlar ise daha çok inanca dayalı bir toplum modeli oluşturmak ve bu model çerçevesi içinde toplumu bir arada tutmaya çalışmaktadırlar.
Aslında Asur ve Arami ile anlatılmak istenen halk aynıdır. Söz konusu olan halk, Eski Mezopotamya kültürünü taşıyan ve inancı bakımından Hıristiyan olan bir topluluktur. Bu halk Irak ve İran'da daha çok "Asur" adıyla tanınırken, Suriye ve Türkiye'de aynı halk için "Süryani" adı kullanılmaktadır. Süryani kelimesi özellikle Hıristiyanlığı sonrası yaygınlık kazanmıştır ve Hıristiyan olan Yukarı Mezopotamya halkını belirtir. "Asurlu" kelimesi ise İsa'dan önceki Yukarı Mezopotamya halkı için kullanılmaktadır. Başka bir deyişle "Asurlu" kelimesi "Süryani" kelimesi ile anlatılmak istenen halkın Hıristiyanlıktan önceki zamanını belirtir. Bir yerde bugün bu halk için kullanılan, "Asur", "Arami", "Süryani" (ve daha başka adlar; Keldani, Maruni vs.) kelimeleri aynı topluluğu nitelemektedir.
Süryanilerin kökenini sadece Aramilere veya Asurlulara dayandırma çabalarının , Mezopotamyanın eski tarihine bakıldığında çok anlamlı olmadığı görülecektir. Buna karşılık Süryanilerin kökenini, tüm eski Mezopotamya halklarına (Fenikeliler, Akkadlar, Keldalılar, Babiller, Kenanlar, Asurlular ve Aramiler) dayandırmak daha mantıklıdır. Çünkü bütün bu halklar aynı kökenden oldukları için daha kolay kaynaşabilmişlerdir. Aynı dili konuşan, benzer örf ve adetleri yaşayan bu halklar Hıristiyanlık inancı ile birlikte aynı dine de sahip olmuşlardır. Ve bu eski halkların temeli üzerinde, yeni bir ada sahip olan Süryaniler doğmuştur.
Süryani' Adı Nereden Geliyor?
Süryani (Süryoyo) adının nasıl, ne zaman ve neden dolayı kullanıldığı kesin olarak bilinmiyor. Süryani isminin kökeni hakkında pek çok varsayım var. Varsayımların ortak özelliği; Süryani adının ya Mezopotamya'daki bir şehirden ya da bu coğrafi bölgede hüküm sürmüş bir kralın adından kaynaklandığıdır. Sizlere bilgi olması açısından, bugün en sık rağbet edilen iki varsayımı aktaracağım. Bu iki varsayım Yakup Bilge'nin, Yeryüzü Yayınları arasında çıkan ve 1992 yılında basılan "Anadolu'nun Solan Rengi Süryaniler" kitabından alınmıştır.
1) Kimi yazarlara göre Suriye adı, bölgeyi ele geçiren Kilikos'un kardeşi Suros'tan geliyor. Süryani adı da bu sözcükten türüyor. XII.yy'da yaşamış olan Diyarbakır metropoliti (Bir bölgede yaşayan Süryanilerin kilise içindeki en üst rütbedeki kişisi) Arami kralı Suros'un adına izafeten, egemenliği altındaki ülkenin "Surisyin" olarak adlandırıldığını, daha sonra Surisyin adındaki son "s" harfinin atılarak "Suriyin" şeklini aldığı ve burada yaşayan halkında bu adla anılmaya başlandığını söyler.
2)Asurluların ülkesine Yunanlılar tarafından sözcüğün onuna bir 'y' eklenerek "Asurya" deniliyordu. Yunalıların kullandığı ve gitgide yaygınlık kazanan "Asurya ve Asuryan" kelimeleri Aramca konuşan halkın diline girdiği zaman, dil kurallarına göre bazı değişikliklere uğradı ve Asuroyo şeklinde telaffuz edildi. Tarihsel süreçte "A" harfi düşerek kelime Suroyo (Süryani) şeklini almıştır.
SÜRYANİLERİN ESKİ TARİHİ
Süryanilerin millatan önceki tarihleri, eski Mezopotamya'da yaşayan ulusların tarihidir. Hıristiyanlık inancı tüm yukarı Mezopotamya'daki halkların tek bir potada erimelerini sağlamıştır. Süryani halkının kökleri de eski Mezopotamya'nın en eski tarihsel dönemine kadar inip orada kaybolmaktadır.
Yukarı Mezopotamya'nın yazılı tarih evresi Akkadlarla başlar. İ.Ö.3000'lerde Sümerin kuzeyinde yer alan Akkad'da ve Fırat'ın orta kesiminde, çok sayıda bağımsız site devletleri kurulmuştur. Buradaki halk, Sümerler'e benzemeyen bir kabileden (tribulan) oluşuyordu. Bu kabile bir Sami dili (Akkadça) konuşuyordu ve Mezopotamya'nın batısında bulunan ovalarda yaşayan Tribulerle akrabaydılar yani Akkad'ın Samileri batıdan gelmişlerdi. (1)
Akkad bölgesi Dicle ve Fırat arasında merkezi bir bölgeydi. Bölgenin bu merkezi durumunda yararlanan Akkad kralları, kısa zamanda büyük fetihler yaptılar. "Dünyanın dört bölgesinin kralı" ünvanını alan Akkad kralı Naramsin (İ.Ö.XXIII.yy) kuzeyde Doğu Anadolu dağlarına kadar ilerlemiştir. (2)
Asur halkının çekirdeğini oluşturan bu insanlar, Akkad bölgesinde kuzeye yayılan Samilerdir. İ.Ö. 3000'lerde Orta Fırat dolaylarında yerleşmeye başlayan Akkadlar, burada bir çok yerleşim birimi kurmuşlardır. Bunlardan birisi de kabilenin ve tanrısını ismini alan Asur kentidir. (3) Daha sonra bu kabile adını tüm bölgeye ve verecek kadar güçlenmiştir.
Tüm Sami halkları birbirlerinden çok farklı olmayan uygarlıklar yaratmışlardır. Çünkü bu halklar birbirlerinin mirasına çok kolaylıkla sahip çıkıyorlardı. Asurlularda Akkad kültür temeli üzerine kendi kültürlerini geliştirmiş ve bu kültürü daha geniş bir bölgeye yaymayı başarmışlardır.
Kısa zamanda tüm Yukarı Mezopotamya'da Asurluların yarattıkları kültür egemen olmaya başlamıştır. Asurlular, bu egemenliğe tanıklık yapan binlerce maddi kanıt bırakmışlardır. Asur, Ninova, Kolah v.b gibi kentler ve buradaki yığınla tablet bu durumu tartışmasız kanıtlamaktadır. Yukarı Mezopotamya'nın güney kesiminde Asurluların hakimiyeti tartışmasız bir şekilde kabul edilirken, Süryani tarihi açısından tartışılmaya daha açık olan bölge Yukarı Mezopotamya'nın kuzey bölgesidir. Çünkü bu bölgede egemenlikler sürekli olarak el değiştirmiştir.
Arkeoloji biliminin halen bu bölgede yapması gereken çok sayıda çalışma vardır ama eldeki veriler buralardaki bir çok yerleşiminin tarihinin Asurlulara kadar uzandığını gösteriyor. Bu bölgeler için kullanılan ilk coğrafi terimler ve kent adları Asurcadır. Ayrıca ilk tarihi kayıtlarda Asur dilinde çivi yazısı olması bir rastlantı değildir. Bölge için kullanılan coğrafi terimlerin ve kent adlarının Asurca olması, bölgenin çok eski zamanlardan beri belki de Asurluların siyasi egemenliğinin bu bölgeye gelmeden önce Asurlularla ilişkili ve onlardan etkilendiğini göstermektedir.
Örneğin bugünkü Harran adı, Asurca'daki Harranu'dan gelmektedir. Bu kelimenin Asur dilindeki anlamı ise yol'dur. Bu adlandırma, eski çağda buradan geçen ticari ve askeri yollardan kaynaklanmıştır. Tur-Abdin (Midyat ve civarı) bölgesi hakkındaki ilk tarihi bilgiler ve coğrafi terimler Asurluların XV.yüzyıldaki genişlemesinden sonraya dayanmaktadır. Asur krallarından I.Adat Ninari ve oğlu I.Salamsar'dan kalma kitabelerde "Kaşiari Dağları" diye sözü edilen bölgenin Mardin-Midyat yani Tur-Abdin çevresi olduğu bilinmektedir. Bu bölgeyle ilgili diğer bir coğrafi terim olan "İzala'da" o dönemden kalmadır. Çivi yazı tabletlerde ve daha sonraki Roma ile Bizans kaynaklarında Mardin ve civarı için İzala terimi kullanılmıştır.
Bugünkü Cizre ilçesinin 20 km kuzey batısındaki örenler bir zamanlar Asurin (Asur) hükümdarları için başkentlik yapmış büyük bir kente aittir. Nusaybin'in 15 km kuzey-doğusunda bulunan Merdis (Süryanice Marin) örneklerindeki kaya ve mağara ağızlarındaki Çivi yazısı (Asurca) ve Strangeli (Doğu Süryanice) yazılar ile çeşitli kabartma ve resimlerin yan yana bulunması bölge halkının kökenlerini gösterir niteliktedir. Yine bu bölgede bulunan Hassana (Kösreli) köyünün de İsa'dan önceki döneme dayanan bir yerleşim bölgesi olarak tarihselliği Asurlulara kadar uzanmaktadır. Bölgedeki Nisibis (Nusaybin), Merdo (Mardin), Urhay (Urfa), Omif (Amid, Diyarbakır) v.b gibi kentlerini kuranlarda yine Asurlulardır. (4)
Asurluların bu kadar geniş bir coğrafik bölgeye yayılmalarının nedeni, Asur şehrinin daha İ.Ö.'ki 3000'lerde bu bölgelerle ticaret ilişkilerine başlamış olmasıdır. Asur şehrinin; Aşağı Mezopotamya, Asurya ve Anadolu ile bakır ve gümüşün çıkartıldığı Doğu Anadolu'nun merkezi yerinde bulunması kentin süratle gelişmesine yol açtı. Kapadokya ve Doğu Anadolu ile yapılan ticaret, Asurluların buradaki bir çok şehirde koloniler ve yerleşim birimleri kurmalarına yol açmıştır. Bu durum ise Asur krallarının bu bölge ile daha yakından ilgilenmelerine ve buralar sefer yapmalarına zemin hazırlamıştır. Ticaretin serbestçe yapılabilmesi için ticaret yollarının güvenlikli olması gerekiyordu. Bu güvenliği sağlamakta Asur krallarına düşüyordu. Ticaret için yapılan fetihler ise halkın gitgide kuzeye ve tüm Mezopotamya'ya yayılmasını sağlıyordu. Asurluların kuzey ve kuzey-batıya olan büyük genişlemesi ise İ.Ö. XV.yy'dan sonraki "Orta Asur Dönemi" ile İ.Ö. VIII. - VII.yy'da olmuştur.
Süryanilerin tarihine baktığımızda karşımıza iki dönem çıkmaktadır: Putperest Süryaniler ve Hıristiyan Süryaniler. Süryaniler Mesih İsa'dan önce putperest bir yaşam sürmekteydiler. İsa'nın gelişiyle Hıristiyanlık, Kudüs'ten Antakya'ya oradan da Mezopotamya'ya doğru hızla yayılmıştır. Hıristiyanlığın Mezopotamya'da yayıldığı dönemlerde, bu bölgede yaşayan Süryaniler, bu yeni öğretiyi benimsemişler ve böylece onlar için artık yeni bir dönem başlamıştır. Süryaniler, M.S 37 yılında seçtiği Hıristiyanlıkla birlikte kilise etrafında kurumsal bir kimlik kazanmıştır.
Antakya'dan sonra kurulan Urfa (Orhoy) Süryani Kilise'si ile bölgedeki bir çok halk Hıristiyanlığın şemsiyesi altında bütünleşmiş, İsa Mesih'in öğretisi etrafında yeni bir dünya düzeni oluşturulmuştur. Bu arada Hıristiyanlık da yerel kültürlerin etkisiyle kültürel gelişimine devam etmiştir. Dönemin ve bölgenin egemen gücü olan Roma imparatorluğu ve Bizans, Hıristiyanlık inancındaki etkin rolünü 4. yüzyıldan itibaren ağırlıklı olarak hissettirmeye başlamıştır. Bu dönemde ortaya çıkan kristolojik tartışmaların temelini, İsa (Oğul) ve Tanrı (Baba) ilişkisi üzerine oturan fikir ayrılıkları belirlemiştir. Daha sonraları doğu ile batıyı, imparatorlukları ve kiliseleri birbirinden ayıracak olan bu teolojik tartışmalardan en çok Süryaniler etkilenmiştir. Bu dönem içerisinde Süryaniler, tarihçiler tarafından coğrafik olarak Batı ve Doğu Süryanileri olarak isimlendirilmişlerdir. Batı Süryanileri coğrafi olarak Diyarbakır, Antakya, Maraş, Urfa, Mardin, Midyat ve Nusaybin ve Suriye'de yaşayanları; Doğu Süryanileri ise İran, Irak ve Hindistan coğrafyasında yaşayanları tanımlamak için kullanılıyordu.
Bir birlik anlayışı içerisinde faaliyetlerini sürdüren Batı Süryanileri ile Doğu Süryanilerinin birbirinden ayrılmasında, M.S 451 yılında toplanan Kalkedon (Kadıköy) Konsilinin önemli bir rolü vardır. Süryani kilisesi, Kalkedon iman ilkelerini kabul etmeyerek İstanbul Kilisesi'yle ilişkilerini kesmiştir. Bu ayrılıkta en önemli neden, Bizans'ın, Doğu'da Süryaniler tarafından kurulan kiliselere kendi görüşlerini empoze etmeye çalışmasıdır. Bu konsil'de öne çıkan isim ise Süryani asıllı olan ve konsil esnasında Bizans Kilise'sinin patriği olan Mor (Aziz) Nastur'dur.
Mor Nastur ya da Süryanice'deki adı ile Mor Barsawmo, M.S 380 yılında Maraş'ta Batı Süryani anne ve babadan dünyaya geldi. Yüksek okul eğitimini Antakya Akademisi´nde aldı. Bu akademi Elen felsefesinin etkisi altında bir felsefe okuluydu. Mor Nastur´un iki onemli yardımcısı Süryani Malfoneleri (Öğretmen) Mor Teodor ve Mor Diyodor´du. Her ikisi de iyi filozoflardı ve Mor Nastur'un daha sonra tartışmaya açtığı İsa'nin doğasi konusunu bu hocaların yanında öğrendi. Bu ve buna benzer teoriler Antakya Akademisinde çok uzun bir süreden beri tartışılan, araştırılan ve incelenen konulardı. Ama daha sonraları İstanbul'da ki Bizans Kilisesi´ne patrik atanmasından sonra bu görüşlere yeniden el atmıştır. Bilinenlerin aksine Mor Nastur hiç bir zaman Doğu Süryani Kilisesi'nin ruhbanlık hiyerarşisinde yer almamıştır. Sadece bu ayrılıklıklarda etkili bir isim olmuştur.
Mor Nastur'dan önce bir çok Süryani bilge, Bizans otoriteleri tarafından sindirilmiştir. Mor Nastur´a da aynı sindirmeler yapılmak istendiği anda, Doğu Süryanileri protesto seslerini hemen yaşama soktular. Bu protestolar nedeniyle de Mor Nastur sürgün olarak çeşitli yerlere yollanır. Onun savunan herkese "Nasturi" damgası vurulur. Bu yetmiyormuş gibi, Nasturi diye lanse edilenlere, İsa´yı inkar anlamında, İsa'yi küçük düşüren "Çift doğa" yanlısı da ekleniyordu. Doğu Süryanileri üzerindeki baskılar Mor Nastur´dan sonra da uzun yıllar devam etmiştir. Bu anlaşmazlıkta Mor Nastur‘un görüşlerini benimseyen Süryaniler, tarihte "NASTURİLER" ismiyle anılmaya başlandı. 19. Yüzyılda Nasturi Kilisesi ismini Doğu Asuri Kilisesi olarak değiştirmiştir. Bu arada Batı Süryanileri olarak adlandırılan Antakya Süryani Kilisesi de, bu dönemde yaşadığı baskılar sonucu yok olma tehlikesi geçiriyordu. Yok olma noktasına gelen Batı Süryanilerini Yakup Burdono isimli genç bir Süryani rahip toparlamıştır. 578 yılında ölen Burdono, Urhoy'da (URFA) 543'de ayrı bir kilise örgütlenmesine gitmiştir. Yaşadığı dönemde 27 rahip ve yüzlerce papaz yetiştirmiş ve resmetmiştir. Bu kilise de anti-Kalkedoncu olarak bilinmiştir. Kilisenin adı daha sonraları Bizans otoriteleri tarafından küçümseyici anlamda Yakubiler adı ile tanıtılmıştır. (Günümüzdeki SÜRYANİ ORTODOKSLAR).
Ayrıca bu konsil sonrasında bir grup Süryani de Bizans İmparatoru Markian‘ın yapabileceği baskı ve zulüm uygulamalarından korkup Kadıköy Konsil'inin aldığı kararları benimsemiştir. Bu Süryanilere de, konsilin kararını benimsemeyen Süryaniler tarafından "MALKOYE MELKİT (Melkitler)" denilmiştir. Bu isim Süryanice de "Kralın Yandaşları" anlamına gelmektedir. Uzun bir süre Bizans kilisesinin şemsiyesi altında Süryanice liturjik dille devam ettiler. Arap istilalarından sonra Bizans kilisesinden ayrıldılar. Dillerini daha sonraları Süryanice'den Arapça'ya çevirdiler. Bu topluluk günümüzde Rum Ortodoks adıyla anılmaktadır.
Malkoye Melkit (Melkitler) adı verilen bu topluluk içerisinde M.S. VII. Yüzyıl‘da bir bölünme daha yaşanmıştır. Başını Aziz Maro'nun çektiği Lübnan‘daki Mor Marun Manastırı rahipleri ', Melkit Patriği Maksimus‘un savunduğu dini teorik -itikadi- görüşle ters düştüler ve "MARONİT PATRİKLİĞİ" adı verilen bağımsız bir patriklik kurdular. Bu patrikliğe bağlı insanlar MARUNİLER olarak anılmaya başlandılar. Bu Patriklik 13.Yüzyıl‘da Papalığa bağlandı. Diğer yandan Rum Ortodoks (Melkit) Kilisesi bireylerinden bir bölümü başka bir anlaşmazlık yüzünden Roma Papalık Kürsüsü‘ne bağlandılar. Bu topluluk, 1724 yılında "Rum Katolik" ismiyle, kendilerine ait bir Patriklik Merkezi kurdular.
1445 yılında Nasturilik‘ten kopan ve çeşitli nedenlerden dolayı Papalığa bağlanan Kıbrıs Nasturi Metropoliti Timotheos ve onunla birlikte hareket eden kalabalık kitle, Papa IV. Evgin tarafından "Keldani" adıyla nitelenmiştir. Bu şekilde Nasturilik‘ten kopup Katolik inancı benimseyenlerden oluşan bu kilise, "KELDANİ KİLİSESİ" olarak adlandırılmıştır. Bu kiliseye bağlı Süryanilere de KELDANİLER denilmiştir.
Antakya Süryani Kilisesi, 18. Yüzyıl içerisinde bir bölünmeye daha sahne oldu. Episkopos Mihael Carve‘nin önderliğini yaptığı bir grup Süryani, Papalığa bağlandı ve "SÜRYANİ KATOLİK" ismi altında bir Patriklik Merkezi kurdu. Aslında bu bölünmenin sancıları çok daha önceden başlamıştı. 1626 yılında Roma'da bulunan papalıkla dirsek temasına başlayan ve papalığa bağlanma yolunu arayan bazı Süryaniler, 1667 yılında yapılan patriklik seçiminde 2 adayın da eşit sayıda oy almasını bahane göstererek bu bölünmeyi gerçek hayata taşıdılar. 1773 yılında Süryani Katoliklik partikliği kurulmuştur. 19. asırda Protestan misyonerlerinin (genelde Amerikalı ve İngiliz) Süryani bireyler arasında yürüttüğü çalışmalar sonucunda bazı Süryaniler'den Protestanlığı benimseyenler olur ve böylece SÜRYANİ PROTESTAN topluluğu da oluşur.. Protestanlık inancında ruhban sınıfı anlayışı olmadığı için bunların bağlı bulunduğu bir patriklik merkezi yoktur. Turabdin yöresinde Süryani protestanlara ait bir çok kilise bulunmaktadır. Fakat sayıları oldukça azdır.
Bu bölünmelerden ayrı olarak islam dinine geçen Süryanilerin varlığından bahsedilmektedir. Müslümanlığa geçen Süryaniler konusu gecmişte hiç araştırılmadığı için kesin çizgilerle bir şeyler belirtmek biraz zordur. Adına MHALMİ denen bu insanların önemli bölümü etnik olarak Süryani olabilirler. Mardin ve çevresindeki köylerde yaşayan Mhalmi'lerin bugün tüm köylerinin adı Süryanice'dir. Bu köylerde bugün cami ve mescide çevrilmiş bir çok tapınma yeri eskiden kilise ve manastırdı. Bugüne kadar Süryanilik ve hıristiyanlık adına yapılan bir çok gelenek aralarında devam etmektedir. Mhalmi'lerle ilgili elimizdeki tek kaynak Patrik Mor Afrem'in kaleme aldığı Turabdin Tarihi'dir. Burada Mhalmi'ler din değiştirmesi üzerine verilen ilk tarih 1609'dur. Bu topluluk geçmişte Süryani Ortodoks kilisesine bağlıydı.
Görüldüğü gibi tarihleri boyunca Süryaniler dini ve siyasi tartışmalar yüzünden devamlı bölünmelere uğramış ve başlangıçtaki etkinliklerini bu ayrılıklarla kaybetmişlerdir .
Katkılarında dolayı Sayın Jan Diarbakerli'ye teşekkür ederiz.
Kaynak: www.suryaniler.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlama biçimi kutucuğundan Adı/Url 'yi seçerek, isminizi ve dilerseniz mail veya site adresinizi yazıp yorumunuzu gönderin. Yorumunuz Editör onayından geçerse yayınlanacaktır. Küfür, Hakaret, İftira ve SİYASİ içerikli yorumlar ve Adı Soyadı belirtilmeyen yorumlar yayınlanmıyacaktır. Surgucum