8 Ocak 2010

TERCÜMAN HASSO

http://www.solhan.net/images/sections/azizgulmus.jpg
Köylüler başına toplanmış can kulağıyla onu dinliyorlardı. O, kendisini dikkatle dinleyen böyle bir topluluğu görmemişti hayatı boyunca… Tabi ya askerden yeni gelmiş, Türkçe bildiği için diğer köylülerden daha kıymetli ve bilgiliydi Hasso…

Koyu bir Kürtçe sohbet sürüyordu köy meydanında. Köylülerden biri elindeki ağacın iki yanına sarkmış kocaman bir yılan ölüsü ile kalabalığa yaklaştı. Yaşlı köylünün biri hemen Hasso’ya:”Türkçe’de yılana ne ad verildiğini” sordu. Hasso biraz düşünüp sonunda “Galiba Unan olacak” dedi. Hasso, “Yılan”la “Yunan”ı karıştırmıştı ama ne fark eder ikisi de “Düşman”dı nihayetinde. Ha Yılan, ha Yunan …

Hasso’ya askerde Yunanın düşman olduğu öğretilmişti. Yılanın adını da bir yerlerden duymuştu, isim olarak ikisi arasında “güzel” bir sentez oluşturmuştu. Başka biri de Hasso'ya, "Türkçede Karpuz'a ne dendiğini" sordu. Hasso, biraz düşündü ve aklına ilk gelen yanıtı beklemeden verdi :"Şin Gılover" (Kürtçe "yeşil yuvarlak" anlamında) ... Köydekilerin hiçbiri Türkçe bilmediği için bizim Hasso bunu da ustalıkla yedirmesini bildi velhasıl...

Köylüler, sordukları her sorunun karşılığını az öncekine benzese de yanıtsız kalmadığını görünce Hasso’ya hayranlık artmıştı. O, artık köyün tek “Türkçe bilen” tercümanı olmanın erişilmez gururunu yaşıyordu. Ayağa kalkıp eve doğru yürüdüğünde kuş gibi hafiflemiş ve üzerinden büyük bir yük kalkmıştı. Kolay mı köyün yaşlıları tarafından yapılan sınavı geçmek…?

Kocaman ve hatırı sayılır bir adam olmuştu artık. Belki de kimin kızını istese hemen verecekler bu “Türkçe bilen bilgili ve yiğit insana”. Havalı havalı yürürken kapı önlerinde biriken genç ve güzel kızlar hayranlıkla onu seyrediyor ve gülüşüyorlardı. Hasso, “köyün umudu, ışığı, sönmeyen meşalesi, derde derman, cahilliğe ferman olmuştu. Köylü utanmayacaktı, çünkü usta bir dil bilenleri vardı artık…”

Aylar birbirini kovalıyordu. Bir gece köye Jandarmalar gelir ve muhtara “Köyde Türkçe bilen olup, olmadığını” sorar. O da hiç tereddütsüz Hasso’yu söyler. Hemen Hasso’nun evine bir köylüyü gönderip “acele gelmesi” tembihlenir. Köylü gece yarısı Hasso’nun kapısını kırarcasına çalınca, kapı açılır ve uykulu gözlerle Hasso köylünün “ne istediğini” sorar.

--“Köye Cendermeler gelmiş onlarla konuşmak için muhtar çağırıyor” deyince bizim Hasso:
-- “Ulan gece Türkçe olur mu ? Git muhtara söyle sabah olsun ondan sonra gelirim”

Sonunda Askerler gitmiş ama muhtar da köyün dil bilen tercümanına kötü içerlenmişti. Sabah olunca köy meydanına çağırıp ağzına geleni söyleyip azarlarlar.

--”Bizi utandırdın, nasıl gelmezsin..! Eer böyle bir zamanda gelmezsen senin Türkçe bilmenin ne anlamı kalır?” gibi sözlerle iyice fırçalarlar.

Sorgu ve fırça faslı sona erince Hasso:
-- “Muhtar amca beni dinleyin, sizin dünyadan haberiniz yok. Bu Türkçe denilen dil öyle bir dil ki, yeni öğrenenler birkaç yıl geçmesi gerekir ki gece de konuşabilsin. Yoksa imkanı yok gündüz dışında konuşulamaz. Bekleyin biraz zaman geçsin Alimallah gece yarısı bile konuşurum” dediğinde köylüler ikna olmuş bizim Tercüman Hasso da bu seferlik paçayı yırtmıştı.

Aziz GÜLMÜŞ
azizgulmus@gmail.com


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlama biçimi kutucuğundan Adı/Url 'yi seçerek, isminizi ve dilerseniz mail veya site adresinizi yazıp yorumunuzu gönderin. Yorumunuz Editör onayından geçerse yayınlanacaktır. Küfür, Hakaret, İftira ve SİYASİ içerikli yorumlar ve Adı Soyadı belirtilmeyen yorumlar yayınlanmıyacaktır. Surgucum